29 Ağustos 2014 Cuma

Türk Ceza Hukuku Öğreniminde Yeni Ama Geç Kalınmış Bir Adım: "Ceza Hukukunun Felsefi Temelleri" - İlker Tepe

TÜRK CEZA HUKUKU ÖĞRENİMİNDE YENİ AMA GEÇ KALINMIŞ BİR ADIM: “CEZA HUKUKUNUN FELSEFİ TEMELLERİ”



İlker Tepe*


Türkiye’de hukuk öğrenimi ve hukukçu eğitimi ile ilgili çok ciddi sorunların olduğu ortadadır ve bu tespitin kendisi artık bir “klişe”ye dönüşmüştür. Çünkü yıllardan beri aynı sorunlar etrafında dönüp durulmakta ancak sorunların çözümü noktasında bir arpa boyu kadar yol katedilememektedir. Şüphesiz ki, bu değerlendirme söz konusu sorunların küçümsendiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Kaldı ki, hiçbir sorunu tek başına ele almamak gerekir. Zira sorun olarak tartışılan şey, çoğu zaman sadece bir “sonuç”tan ibarettir ve her sonuç kendini sağlayan sebep ve koşullarla birlikte anlamlıdır. Dolayısıyla Türkiye gibi “dört tarafı sorunlarla çevrili” bir ülkede (hukuk öğrenimi ve hukukçu eğitimiyle ilgili sorunlar da dahil olmak üzere) temel sorunları çözmenin çok da kolay olmadığının farkında olmak gerekir.


Ne var ki,  bu farkındalık halinin bizleri daha dirençli kılmak yerine bir kabul etmişliğe, bir atalete sürüklemesine de engel olmalıyız. “Hukuk Eğitimi” konseptiyle bu blogda yayımlanan yazıları okuduğumda, Türkiye’de hukuk öğrenimi ve hukukçu eğitimi konusunda umutvar bir iradenin mevcudiyetini görmek “görece” genç bir hukukçu olarak beni de heyecanlandırdı. Ben de Türkiye’de lisans düzeyinde ceza hukuku öğreniminde ilk kez denenen bir girişimi  belki de üstlenilen bir inisiyatifi demek daha doğru – bu iradeye eklenen küçük bir katkı olarak kısaca paylaşmak isterim.

Ülkemizde dört yıllık temel hukuk öğrenimi boyunca hukuk fakültesi öğrencilerin en çok ilgi gösterdiği derslerin başında ceza hukuku ve bağlantılı dersler gelmektedir. Bu ilginin oluşmasında, son birkaç yılda Türkiye gündemine yön veren tüm gelişmelerde ceza hukukunun ön planda olmasının da payı yadsınamaz. Ancak ceza hukukunun bu denli popüler olması aynı zamanda herkesin “ceza hukukçusuna” dönüşmesine, dolayısıyla da ceza hukuku kurum ve ilkelerinin içinin boşalmasına, anlamsızlaşmasına ve daha da kötüsü “öç alma” veya “kimin daha güçlü olduğunu gösterme”aracı haline gelmesine neden olmuştur. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak da; ceza hukukunun “ultima ratio (son araç olma)” karakteri yerini “prima/sola ratio (ilk ve öncelikli araç olma)” karakterine bırakmakta, ünlü Alman ceza hukukçusu Franz von Listz’in işaret ettiği “ceza kanununun suçluların Magna Charta’sı olduğu” anlayışı bir kenarda çürümeye terk edilmektedir. Kısacası ceza hukuku, ceza hukuku olmaktan çıkarılmaktadır.

Tüm bu yönelim ve tercihler de şüphesiz ki hukuk fakültesi öğrencilerine “teori başka uygulama başka” zehrini damla damla enjekte etmekte ve haliyle onları doğru hukukun bilgisinden”uzaklaştırmaktadır.

Kısaca özetlemeye çalıştığım bu ortamda ceza hukuku öğrenimini amacına uygun bir şekilde gerçekleştirmenin tek bir çıkar yolu kalmaktadır: Ceza hukukunun felsefesine sığınmak. Mevcut müfredat çerçevesinde ceza hukuku derslerinde bunu yapmaya çalışmak neredeyse imkânsızdır. Bunun yanında öğrencilerdeki “sınavda çıkmaz” refleksi nedeniyle böyle bir çaba anlamsızlaşmaktadır. Ancak bu şartlarda yukarıda işaret ettiğim atalete kapılmadan bir irade ortaya konulması gerektiği de ortadadır. İşte Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı tarafından bu sene itibariyle seçimlik dahi olsa bu amaca matuf bir ders oluşturulmuştur: “Ceza Hukukunun Felsefi Temelleri”.

Bu ders aslında Türkiye’de ceza hukuku öğrenimindeki yerleşmiş kabullere bir tür karşı koyuş anlamını taşımaktadır. Bu karşı koyuşun motivasyonu ise özde şu anlayıştan kaynaklanmaktadır: Ceza hukukunu felsefeden bağımsız bir şekilde anlamaya ve uygulamaya çalışmak imkânsızdır. Ancak Türkiye’de ceza hukuku kendini öyle bir yere konumlandırmıştır ki, yanına felsefeyi yaklaştırma tenezzülü dahi göstermemektedir. Bu durum ancak (bir özeleştiri olarak) ceza hukukuna sinmiş olan“üstünlük kompleksi”yle açıklanabilir. Ne var ki, bu kompleks bazı gerçeklerin üstünü örtmemektedir.

Unutulmamalıdır ki, ceza hukukunun adının geçtiği yerde özgürlük, özgürlüğün adının geçtiği yerde ise felsefe başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan ve doğrudan kendini ortaya koymalıdır. Ancak Türkiye’de “O konu, ceza hukukçularının değil felsefecilerin işi” kaçısı en çok ceza hukukçularının ağzından duyulur.

Bu bağlamda çok ilginç ve bizim açımızdan acı olması gereken bir tespiti de gözler önüne sermek gerekir. Örnek olarak Almanya’daki hukuk fakültelerinde hukuk felsefesi kürsüleri büyük bir çoğunlukla bağımsız olarak değil aynı zamanda diğer hukuk alanlarıyla birlikte aynı kürsüde konumlandırılırlar ve bu hukuk alanlarının başında da ceza hukuku gelmektedir. Başka bir ifadeyle ceza hukuku ile hukuk felsefesi kürsüleri arasında organik bir ilişkinin kurulmasına özen gösterilmektedir. Türkiye’de ise mevcut şartlarda böyle bir organik ilişkiyi hayal etmek dahi imkânsızdır. Ancak benim de bir parçası olduğum Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı, ceza hukuku ile felsefe ilişkisini samimiyetle kabul ederek bu işi “hukuk felsefecilerin işi” olarak kabul etmeyip bir sorumluluk üstlenmiştir. Bu angajmanı belki deArthur Kaufman’ın şu değerlendirmesiyle özetlemek ve temellendirmek en doğrusu olacaktır:

"Hukuk felsefesinde soruyu hukukçu sorar, cevabı filozof verir. Bu nedenle meslekten olan bir hukuk felsefecisi kendini her iki disiplinde de, hukuk biliminde ve felsefede, evinde hissetmelidir. Yeterince sorulmuş olan: "safi filozofun" mu yoksa "safi hukukçunun" mu hukuk felsefesi diğerinden kötüdür sorusuna, her ikisininki de eş değerde kötüdür, yanıtını vermek gerekir. ("Hukuk Felsefesi, Hukuk Kuramı, Hukuk Dogmatiği", Çev. Hayrettin Ökçesiz, HFSA, S:1, İstanbul 1993, s:7)"

Gerçekten bir ceza hukuku felsefesi varsa, ki var, bunu hem ceza hukuku hem de hukuk felsefesi bilmeden anlayabilmek, anlatabilmek ve yapıp-etmelerimize uygulayabilmek mümkün değildir. İşte bu nedenle ceza hukuku felsefesi ne sadece ceza hukukçularının ne de sadece hukuk felsefecilerinin işidir. İşte bu nedenle Türk Ceza Hukuku pratiğinde alışık olunmayan ama geç kalınmış bir sorumluluğun ilk adımı "Ceza Hukukunun Felsefi Temelleri" dersiyle atılmış oldu. Bu sorumluluğun tek sebebi de ceza hukukunu amacına ve onuruna uygun bir şekilde öğretmek ve geliştirmektir.
Şüphesiz ki böyle bir sorumluluğu yerine getirmek için çok daha fazla okumak, çok daha fazla tartışmak, çok daha fazla işbirliklerine (özellikle birçok Hukuk Fakültesinin Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dallarıyla) gitmek ve çok daha fazla “sorunsallaştırmak” gerekir. Ancak bu da üstlenilen sorumluluğun bir yükümlülüğüdür ve bu yükümlülükten kaçılmamalıdır.

Aslında çok daha fazla şey söylemek mümkün ancak bunun bir blog yazısı olduğunu unutmamak ve sözü çok fazla uzatmamak gerekir. Bu yazının amacı ceza hukuku öğreniminde yeni ve gelişmeye açık bir inisiyatiften haberdar etmekti. Hukuk öğrenimi ve hukukçu eğitimi için sadece makro düzeyde atılacak adımların dışında mikro düzeyde de yapılacak çok şey var olduğuna inanmak gerekir. Şimdi sıra hukuk fakültesi öğrencilerini bu yaklaşıma ortak etmek ve bu inisiyatifi beraberce geliştirmekte…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder