29 Ağustos 2014 Cuma

Hukuk Nedir? Hukuk, Devlet Normlarında Nasıl Yaşatılır?

Hukuk, Normlarda Nasıl Yaşatılır?

“Kötü yasalar, zulmün en berbat şeklidir”. Burke

Hukuk deyince akımıza, bir taraftan adaleti gerçekleştirecek, hayata, vicdana, ahlaka uyumlu evrensel kurallar gelirken, diğer taraftan da devlet tarafından konulmuş ve yaptırımı olan kurallar, yani mevzuat hükümleri gelmektedir. Esas itibariyle hukuk kavramı her iki anlamı da kapsamakla birlikte, hukuktan kastımız bazen meşruluk bazen da yasallıktır. Bu durum anlam kaymalarına ve hukuk algımızda karışıklığa yol açmaktadır. Hukukun bu iki yönünün kavramlaştırılması halinde yanlış algılama ve anlam kaymaları ortadan kalkacaktır.

Bu yazımızda, devlet tarafından konulan normlarda hukukun nasıl egemen kılınabileceği konusu üzerinde durulmaktadır.

Normlar Nasıl Doğmaktadır?
Yazımızda “norm” kavramıyla, devlet tarafından üretilen ve yaptırıma bağlanmış olan kurallar kastedilmektedir. Bunların bir kısmı yürütme tarafından konulan tüzük, yönetmelik ve diğer düzenleyici işlemler, bir kısmı da yasama organı tarafından çıkarılan kanunlardır. Yazımız ağırlıklı olarak yasama organı tarafından çıkarılan kanunlara ilişkindir.

Kanunların mutfağı genellikle bürokrasidir. Norm taslağı bürokrasi tarafından tamamlandıktan sonra Bakanlar Kurulu’nun imzasıyla “yarı pişmiş” olarak Meclise sunulur; burada pişirme tamamlanır. Cumhurbaşkanı’nın imzasını müteakip, Resmi Gazete’de yayımlanarak servis edilir. Bürokrasinin ve Meclisin pişirme konusundaki işbölümü ilişkisi ve pişirme stratejisi birbirini tamamlamaz ya da birbirine uyumlu olmazsa ortaya çıkan sonuç amaca hizmet etmeyebilir.

Norm iyi pişmemişse, malzemeler eksikse, çürük malzemeler konmuşsa, yanlış malzemeler eklenmişse, uyumsuz malzemeler konmuşsa, ehil kişiler tarafından kıvama getirilmemişse, acele edilmişse, estetiğine önem verilmemişse bunun muhatapları hiç memnun kalmayacaklardır. Böyle bir kanunun uygulanması konusunda devletin ısrar ve zorlaması; kanunun muhatapları tarafından zulüm, haksızlık, insafsızlık, iş bilmezlik olarak değerlendirilecektir. Bu nedenlerle sürecin, başından sonuna kadar doğru işlemesi gerekir.

Süreci İşletecek Kişilerin Özellikleri
  1. Norm üretim sürecinde rol alanların, yeterli hukuk bilgisiyle birlikte, kanun yapma tekniği konusunda bilgi ve tecrübeye sahip olması gerekir.
  2. Norm koyma aktörleri objektif düşünebilecek bir ahlaki olgunluğa sahip olmalı, kişisel, mesleki, siyasi vs. çıkarları değil, toplumsal faydayı esas almalıdır.  Bismark “Nasıl olduğunu görmek istemediğimiz iki şey, sosis yapılması ve yasa yapılmasıdır” diyerek yasa yapılırken kirli pazarlıkların, çıkar gruplarının müdahalesine gönderme yapmıştır.
  3. Adaleti gerçekleştirmek için felsefi bir derinliğe, toplumsal çıkarı koruması için sosyo-ekonomik bilgilere, toplumsal kültüre uyumlu kanunlar için tarih ve sosyoloji bilgisine, doğru ve açık anlatım için dilbilgisine ihtiyaç vardır. Bu alanlar ciddi ihtisas konuları olduğu için belki bütün bu özellikleri taşıyan kişiler bulmak zordur. Ama çalışma ekibinde bu uzmanlar bulundurulabilir.
  4. Kanun çalışmalarında mutlaka bay ve bayan dengesine dikkat edilmelidir. Erkek egemen bir anlayışla hazırlanan kanunlarda toplumun ortalama olarak yarısını oluşturan kadınların talepleri tam karşılanmamakta, bu durum sosyal huzursuzluklara yol açmaktadır. Hukuk fakültesinde öğrenciyken (1983-1988), o dönemde Türk Ceza Kanununda zina suç olarak yer alıyor ama kadının zinasıyla erkeğin zinası ceza bakımından kadınlar aleyhine farklılıklar gösteriyordu. Kız öğrencinin biri hocaya “Neden kadın ile erkek arasında böyle bir eşitsizlik var?” diye sorduğunda, hoca “Çünkü bu kanunlar erkekler tarafından hazırlanmıştır.” demişti.
  5. Norm koyma çalışmalarında bulunanların takım çalışmasına yatkın olması, müzakere tekniklerini de bilmesi gerekir. Aksi takdirde demagojik yeteneği olan, ağzı laf yapan malumatfuruş kişilerin etkisiyle sağlıklı bir sonuç ortaya çıkmaz.

Hukuk, Normlarda Nasıl Yaşatılır?
Hukukun normlarda yaşatılması için dikkat edilmesi gereken hususları üç başlık altında inceleyebiliriz.

a) Dil yönünden:
  1. Normlar hazırlanırken, anlaşılması ve telaffuzu zor olan eski kelimeler veya yabancı kelimeler yerine, anlaşılır yaşayan Türkçe kullanılmalıdır. Ancak Türk toplumunun zihninde henüz yer etmemiş bulunan uydurma dilden de kaçınılmalıdır. Anlaşılmayan eski dil ne ise anlaşılmayan uydurma dil de aynıdır.
Bazı meslek guruplarında, yaşayan Türkçeden ayrılarak özel bir dil oluşturma ve böylelikle bir üstünlük havası ya da ayrıcalık oluşturma eğilimi vardır. Hukuk fakültesinin birinci sınıfında hoca mahkemelik olabilecek bir olay anlatır, sonra öğrencilere sorar.”Bu durumda ne yaparsınız?” Öğrenciler hep birlikte “dava açarız hocam “ deyince, Hoca “Bilemediniz, köylü Mehmet de dava açarız der; siz dava ikame ederiz, diyeceksiniz.”  diye karşılık verir.
  1. Normlarda terim birliği sağlanmalıdır. Örneğin Anayasamızda “sakat”, kanunda “özürlü”, yönetmelikte “engelli” kelimeleri geçmektedir. Bu durum uygulama ve algılamada ciddi sorunlara yol açmaktadır.
Başka bir örnek de, Ceza Muhakemeleri Kanununda “muhakeme” kelimesi geçerken, İdari Yargılama Usul Kanununda “yargılama” kavramının kullanılmasıdır.
  1. Eş anlamlı kelimelerden, kanunun sadeliği ve açıklığı bakımından sık kullanılan ve anlamı daha çok bilinenler kullanılmalıdır. Örneğin kamu-amme, kişi-şahıs gibi kelimelerde anlamı daha çok bilinen kelime tercih edilmelidir.
  2. Günlük hayatta kullanılan bir terimin kanunlarda da geçmesi halinde, mümkün olduğunca anlam birliği olacak şekilde kullanılmasına dikkat edilmelidir. Aksi takdirde yanlış algılara yol açmaktadır. Örneğin “sabit” kelimesi günlük dilde “durağan, değişmeyen” anlamına gelirken, kanunda “ispatlanmış” anlamına gelmektedir.
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde avukat olarak görev yapmakta iken (1991-1996), bir birim tarafından kendilerini ilgilendiren dava dosyalarının safahatı sorulmuş, biz de resmi yazıyla belirtilen davaların derdest olduğunu bildirmiştik. Sonraki yazışmalardan anlaşıldı ki “derdest” kelimesini, günlük dilde kullanılan anlamda algılamışlar ve “dosyaların derlenip, toparlanıp arşive konduğunu” zannetmişlerdi.
  1. Muğlâk, çift anlamlı, tanımı tam olmayan terimler zorunlu olarak kullanılacaksa, mutlaka tanımlar kısmında belirgin şekilde açıklanmalıdır. Örneğin, 657 sayılı Devlet Memurlar Kanununun 125. maddesinde “Görev sırasında amirine sözle saygısızlık etmek”, disiplin cezası gerektiren bir fiil olarak belirtilmiştir. Uygulamada, bazı amirlerin “konuşurken ses tonunu yükselttin” diyerek memura, saygısızlıktan ceza verdiği görülmüştür.

b)   Üslup yönünden:
  1. Cümleler açık ve anlaşılır olmalıdır. Normal, orta zekâlı bir insan okuduğunda rahatlıkla anlamalıdır.
  2. Cümleler kısa olmalıdır. Uzun cümlelerde özne yüklem dengesi bozulabilmekte ve anlaşılma zorluğu yaşanmaktadır.
  3. Söz ekonomisine uygun olmalı, gereksiz tekrarlardan kaçınılmalıdır.
  4. Kanundaki ifadeler estetik olmalı, cümlelerde ve kelime seçiminde müzikalite olmalıdır. Bu nedenle, kanunların redaksiyonunda mutlaka dil bilimci, edebiyatçı bulunmalıdır.
  5. Kanun üslubuna uygun olmalıdır. Her bilim dalının kendine mahsus bir üslubu vardır.
Kanun metinlerinde edebiyat ürünü gibi duygusal üslup da, felsefi bir makale gibi tartışmaya açık ifadeler de yer almamalıdır.
  1. Kanunda sürekli, maddeler arasında gönderme yapılarak, kanun bir muammaya, bir bilmeceye dönüştürülmemelidir.
  2. Çeviri kanunlarda ifadelere çok dikkat edilmelidir. Özellikle Avrupa Birliği sürecinde bire bir yapılan çevirilerde ciddi anlam hataları doğmaktadır. “Çeviri kadın gibidir; güzeli sadık, sadığı güzel olmaz.” aforizmasında dikkatlere sunulduğu üzere, çeviri kanunlar Türkçe ses-söz bilgisi ve mantığına uyarlı hale getirilmelidir.
  3. Kanunlar genel, soyut, sürekli kurallardan oluştuğu için geniş zaman kullanılır. Zaman kullanımına dikkat edilmelidir.

c)    İçerik yönünden:
  1. Kanun hazırlanırken, kanun yerine ikame edilecek başka seçenekler varsa öncelikle onlar düşünülmelidir. Her şeyi kanunla çözmeye çalışmak doğru değildir. Eğitim, kültür vs. faaliyetlerle çözülecekse, onlar denenmelidir. Gereğinden fazla kanun vatandaşı bıktırır, devlete de zarar verir.
  2. Kanunlar taslak olarak hazırlanırken toplumsal olarak tartışılmalıdır. Tartışma ortamına elverişli şeffaf bir zemin oluşturulmalıdır. Toplumsal irade ve uzlaşma norma yansımalıdır. Norm ortak aklın ürünü olmalıdır. Normda halkın sağduyusu ve irfanı ile sivil toplum kuruluşlarının katkılarına yer verilmelidir.
  3. Kanunlar bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı, bir sorunu çözüme kavuşturmalıdır. Çözüm olarak öngörülen kanun, sorundan daha fazla olumsuz etkiye yol açmamalıdır. Kanunların muhtemel sonuçları değerlendirilmeli, fayda-zarar analizi yapılmalıdır.
  4. Kanun hazırlarken önce kanunu gerektiren gerekçe ortaya konmalı, daha sonra kanun maddesi hazırlanmalıdır. Mantıklı gerekçesi olmayan kanun maddeleri daha sonra ölü hükümler haline gelmektedir. Uygulamada kanun hazırlanır, sonra da usulen gerekçesi oluşturulur. Bu gerekçelerin de genellikle kanun maddesinin bire bir tekrarı niteliğinde olduğu gözlenmektedir. Kanunu yorumlarken gerekçesine bakıldığında, uygulama için yol göstermekten uzak olduğu görülmektedir.
  5. Kanunlar ihtiyacı giderecek en kısa yolları öngörmeli, bürokrasiyi arttırmamalıdır. Uygulamacının “Mevzuat böyle efendim.” diyerek işi çıkmaza sokmasına elverişli olmamalıdır.
  6. Kanunlar ihtiyacı giderdiği gibi değişime de açık olmalıdır. Gelişmeyi dondurmamalı, toplumu gelişen çağın gerisinde bırakmamalıdır.
  7. Kanunlar Anayasaya aykırı olmamalı, diğer kanunlarla çelişmemeli ve kanun sistematiğine uygun olmadır. Birbiriyle çelişen kanunlar uygulamada ciddi sorunlara yol açmaktadır.
  8. Mümkün olduğu ölçüde normlar sürekli uygulamaya elverişli olmalı, sık sık değiştirilmek zorunda kalınmamalıdır. Her gün sabah kalktığımızda kuralların değişmiş olduğunu görürsek hukuki güvenlik ortadan kalkar, Devletin saygınlığı kalmaz, uygulamada zorluklar doğar.
  9. Kanunlarla ilgili çalışmaların gerekli olan zaman aralığında tekemmül ettirilmesi ve aceleye getirilmemesi gerekir. Bir kekin bile pişmesi için kıvam süreci varsa, toplumu ve geleceğimizi düzenleyen kanunların da bir kıvam süresi vardır. Talimat gereği “15 günde 15 yasa” çıkmamalıdır. Kanunlar Mecliste sadece oylanmamalı; üzerinde yeterince mesai sarf edilip olgunlaştırılmalıdır.
  10. Kanunlar hazırlanırken eşitlik ilkesine, adalete, hakkaniyete ve kazanılmış hakların korunmasına dikkat etmelidir. Meclis bu konuda çok duyarlı olmalı, kanunların adaleti gerçekleştirecek bir kilometre taşı olduğu ve toplumun geleceğini inşa ettiği unutulmamalıdır.

Son Söz
Adaletli bir toplum ve devlet inşa etmenin yolu hukuka uygun normlardan geçer. Normlar hem dil, hem üslup, hem de anlam bakımından ideal hukuk düzenini yansıtacak düzeyde olmadır. Normların oluşmasında rol alan her kişinin bu ideal içinde olması gerekir.

Durdu Güneş
Kaynak http://www.makalemarketi.com/toplum-ve-haberler/hukuk/2657-hukuk-normlarda-nasil-yasatilir.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder