Aşağıda okuyacaklarınız tamamen yaşanmış bir hadisedir. Pekâlâ takdir edebileceğiniz gerekçelerle şahıs ve yer isimlerini değiştirdim.
Zaman'dan A. Turan Alkan'ın kaleme aldığı makaleyi okuyucularımızla paylaşıyoruz;
Bundan on, onbeş sene önce geçiyor hikâyemiz.
Kahramanımız bir avukat. İstanbul'da yaşıyor; işleri fena değil; orta yaşlarda, başarılı, yakışıklı biri.
Bir bahar sabahı eviyle yazıhanesi arasındaki 20 km'lik çevre yolunda otomobiliyle giderken tabiata dalıyor, ulvi duygulara kapılıyor. Yaşadığı güzellikler için hamd ediyor. Böyle nikbin ve güzel hisler içinde keyifle otomobil sürerken hatırlıyor ki arabanın lastikleri bayağı aşınmış, hatta kabak denilse yeridir duruma gelmiştir. Kendi kendine,
-Oğlum, diyor, “Lastik önemli; araban eski olabilir ama lastiğe para verirken acımayacaksın, çünkü can taşıyor. Lastik bir, fren tertibatı iki.”
Niyeti, iki gıcır lastik alıp önlü arkalı çaprazlama taktırarak vaziyeti bir süre daha idare etmek.
Birkaç kilometre sonra kendine kızmaya başlıyor,
-Yav sen ne cimri, ne eli sıkı adamsın; Allah'a şükür kazanıyorsun oğlum. Niçin çift lastik düşünüyorsun; git hepsini değiştir imkânın varken; ayıp ayıp... Bak Cenab-ı Hak seni hiç hesapta olmayan imkânlarla, rızıkla nimetlendirdi. Binaenaleyh mademki dört lastik alacak imkânım var; öyleyse onları biraz daha zorlayarak niçin yeni bir otomobil almıyorum ki kendime?”
“Alabilir misin, alamaz mısın; borçlanırsan nasıl ödersin?” gibi düşüncelerle boğuşurken kararını kesinleştiriyor. Tanıdığı bir galerici vardır; galeride araba kıyamet gibi. Eski tanıdık, güvenilir bir dost. Doğru oraya.
Selam, aleykümselam, çaylar, kahveler derken mevzu açılıyor. Arkadaşı,
-Vallahi sana yakışanı yapmışsın dostum, tebrik ederim, diyor. “Geçenlerde seni bu arabada gördüm, içten içe üzüldüm; gençsin, yakışıklısın, eh imkânın da var. Olmuyor böyle lastiği kabak orta halli arabalar yakışmıyor.
Sana gıcır gıcır sıfır kilometrede bir Mersedes vereyim. Vişne çürüğü, müthiş karizmatik bir araba. Sana yakışır.”
-Bilmem, ödeyebilir miyim; bizim külüstürü kaça sayacaksınız?
-Kolay yahu, düşünme böyle şeyleri; keyfini çıkar birader, hallederiz!
Kendini yeni bir arabayla ödüllendirmeye fena halde niyetli avukat dostumuz, vişneçürüğü Mersedesi görünce hakikaten bayılıyor. Hemen anahtarları takdim ediyorlar, derken dostumuz kendini akşam üzeri aynı yolda yeni arabasıyla eve dönerken buluyor.
Eşi, tedbirli, uyanık bir hanım. “Nereden aldın, nasıl aldın; sakın gayrımeşru işlere bulaşmış olmayasın, pek hayır alameti gibi görünmüyor, nasıl ödeyeceksin bakalım?” diye adamcağızın keyfini kaçıracak bütün suallere yatıştırıcı cevaplar aldıktan sonra, “Eh, hayırlı olsun bakalım” diye kabulleniyor durumu.
Ertesi sabah dostumuz, yine bir bahar sabahının ulvi duygularıyla aynı yollardan geçerek yazıhanesine gidiyor ve aracı, kaldırım kenarındaki otoparka dikkatlice çekiyor.
Ara sıra pencereden göz atıyor; her bakışta, “Maşallah, yiğit araba; bana da yakıştı canım, iyi ettim vallahi!” diye seviniyor.
Öğle yemeğinden sonra yeniden masasına dönünce göz alışkanlığı ile aynı yere bakıyor; A, kimse yok! Nerde araba? Ne olabilir ki? Sarılıyor telefona,
Sesine “Bizde kül yutacak göz var mı azizim?” havası vererek galerici ahbabına,
-Yav diyor “Keh keh, güzel numara doğrusu, aferin; arabamı götürmüşsünüz; lakin yemedim; gönderin hemen akşam trafiğine kalmadan tamam mı?”
Verilen cevabı dinledikçe özgüveni korkuya, ardından paniğe dönüşüyor. Yoo, çalınma filan yoktur; bilakis son zamanlarda hırsızlar sürmeyi gözden çekmektedirler ve vakit kaybetmeden hemen tedbir almak lazımdır.
-Neyse, annen seni Kadir Gecesi doğurmuş olmalı, diyor galerici, “Burada Trafik şubeden bir komiser arkadaşım var, sohbet ediyorduk. Onu yanına yolluyorum şimdi. İlgilenecek durumla; gerekli bilgileri verirsin artık...”
Yarım saat sonra üç yıldızlı bir polis amiri avukatın bürosundadır. Endişeli bir yüzle avukatı dinliyor, notlar alıyor, telefonla şubeyi arayarak talimatlar veriyor, “Tanıdığımızdır, sevdiğim bir abimdir, akşama istiyorum bu arabayı ona göre!” diye sıkıyı veriyor. Kapatınca, “Akşama tamamdır beyefendi, merak etmeyin” diyor, bir çay içip gidiyor işine.
Ertesi gün arabasız kalan avukata galeriden gıcır gıcır bir emanet BMW veriyorlar fakat çalınan arabadan ses-soluk yok. Bizim avukat, önceleri “Nasıl olsa kaskosu var, önemli değil” diye kendini avuturken daha sonra “Varlığa sevinme, yokluğa yerinme oğlum; nimeti veren alır, hoşça gör” diye kendine telkinde bulunsa da canı sıkılmış, haline durgunluk ve dalgınlık gelmiştir.
Ertesi gün yine ses yok arabadan. Bizimki damlıyor galerici arkadaşına sabah sabah,
-Tamam oğlum iyi numaraydı ama bu kadar şaka yetişir, verin arabamı artık.
Galerici sıkıntılı bir yüzle, durumun çok ciddi olduğunu, üstelik dün verdikleri emanet BMW'yi de müşteri çıktığı için iade etmesi gerektiğini söyleyip ilave ediyor.
-Abi, sen işin ciddiyetini hâlâ anlamadın herhalde. Adamlar çalıntı arabayla soygun cinayet filan yapıyorlar; sen savcılığa, polise ihbarda bulunmuş muydun bu arada, aman sakata gelmeyelim!
Demeye kalmadan avukatın telefonu çalıyor: Bilmem ne bankasının bilmem ne şubesinden bir memur, “5 bin liralık bir çekiniz karşılıksız çıktı; ne yapalım?”
Çek, 5 bin lira, karşılıksız? O anda dehşetle hatırlıyor ki, çalınan aracın bagajındaki çantada çek defteri vardır ve belli ki hırsız oradan bir yaprağı kullanmak üzere...
-Tamam, hemen ilgileniyorum, demeye kalmıyor telefonlar birbiri ardına yağmaya başlıyor. Ne kadar banka varsa sıraya girmiş gibi karşılıksız çek ihbarı yapıyorlar. Avukatımız resmen dağılıyor. Durumu gören galerici yardıma koşuyor, telefonu eline alarak, “Böyle bir talihsizlik oldu, onbeş dakika oyalarsanız hesaba tedbir koyduracağız, aman bir yardım” diye çırpınmakta.
O bir saat içinde avukatımız birkaç yaş yaşlanıyor adeta. Neticede hesaba tedbir koyduruyorlar ama hâl perişân...
“Sen misin çift lastiğe rıza göstermek yerine arabasını bile beğenmeyerek kendisine lüks sınıftan sıfır araba yakıştıran; ibret al oğlum, ibret al” diye kendini paylıyor bolca.
Eşi, “Ben tedbirli olmanı söylemiştim; demek ki kazancına biraz haram karışmış ki yaramadı bak, elinden gidiverdi” diyor; bizimkinin kolu-kanadı kırık, üzgün.
Ertesi gün, öğle suları, galerici arkadaşı yine telefonda, “N'ooldu abi, ses çıkmadı değil mi arabadan?” “Çıkmadı yok, belki de çoktan parçalamışlardır bile” diye cevap veriyor ama sesi çok kötü.
-Abi diyor galerici, “Akşam vakitli gel buraya; şahane güveç yaptırıyorum fırında, birkaç arkadaş da gelecek. Yemek yiyelim, madem arabadan ses çıkmıyor, sigortaya müracaat ederiz, sen de gelmişken evrakları imzalarsın.”
Eh, n'aapılır, pekâlâ!
Akşam oluyor, hakikaten şahane bir fırında güveç ikramının ardından çaylara sıra gelince, “Nerde bu evraklar, imzalayayım” diyor avukat. “Hallederiz abi” diyor galerici. “Bu arada yeni arabalarımız geldi gümrükten; müşterisi hazır ama, sen şöyle bir bakıver, hoşuna giden bir şey görürsen evvela sen seç. Arabadan yana yüzünü güldüremedik, o kadarcık bir iyiliğimiz olsun bari!”
Yan taraftaki galeriye geçiyorlar; şahane Avrupa arabalar. İçlerinden birini tanır gibi oluyor avukat,
-Yav şu vişneçürüğü Mersedes nasıl da benziyor; aynısından mı getirttiniz yoksa?
Kahkahalar patlıyor arkasında. Emniyet amirinden sahte hırsızına, ondan banka memurlarına kadar müsamerede rol alan ne kadar “arkadaş” varsa orada hazır ve nâzırdır!
*
Geldik kıssadan hisse faslına:
Otomobil lastiği deyip geçmeyeceksin arkadaş!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder