Tarihe Geçen Davalar
İnsanlık tarihi boyunca unutulmayan büyük davalar vardır.
Kimisi bağnaz dinci, kimisi ırkçı, kimisi siyasal nedenlerle suçlananların yaptıkları savunmalar, insanlık tarihinin belleğinde birer aydınlanma belgesi olarak yer almıştır. Onları suçlayan savcılar ve onları mahkûm eden özel mahkemeler ise olumsuz yönleriyle ve kimi zaman lanetlenerek tarihe geçmiştir.
Bu büyük davaların birincisi, kuşkusuz M.Ö. 400 yıllarında Atina’da yaşamış olan ünlü filozof Sokrates’in davasıdır. Her türlü edinilmiş bilgiyi yadsıyan bir düşünceden yola çıkan Sokrates, kullandığı diyalektik metotla ve soru sorarak insanların gerçek bilgiye sahip olmadıklarını kanıtlıyordu. Nesnel düşünceye ulaşmayı sağlayan yolun insanın kendi aklı olduğunu savunuyordu.
Gelenekleri sarsmak, sitenin tanrılarından farklı tanrıları yüceltmek ve gençliği yoldan çıkarmak suçlamasıyla hakkında dava açıldı. Kurulan özel mahkemede yargılandı, ama düşüncelerinden ödün vermedi, sonunda ölüme mahkûm edildi. Baldıran zehrini içerken, başı dik olarak ölümü soğukkanlılıkla karşıladı.
Bugün Sokrates’i 2400 yıl önce mahkûm eden mahkeme olumsuz bir biçimde anılıyor ama, Sokrates aklın terazisinin öne çıkarılması bağlamında taçlandırılıyor. Onun için ünlü filozof Kant “aklın ideali”, Hegel ise “insanlık kahramanı” deyimlerini kullandılar.
Galileo’nun yargılanması
Kuşkusuz, insanlık tarihine geçen bir başka büyük dava, ünlü İtalyan fizikçi ve astronom Galileo Galilei’nin yargılandığı davadır.
Galilei, dünyamızın sanıldığı gibi evrenin merkezi olmadığını, tersine uzaydaki yıldızların güneşin çevresinde dolandığını gösteren bilimsel kanıtlar ortaya koydu. Herkesin anlaması için Latince değil, İtalyanca yazdığı ‘Konuşmalar’ adlı kitabında bu konuları işledi... Ama kutsal kitap İncil’in dediklerine ve dinsel dogmalara karşı çıktığı ve “Dünya Güneş’in etrafında dönüyor, Güneş, Ay ve yıldızların tüm evrene hizmet etmekten başka işlevleri yoktur” dediği için, 1633 yılında “din dogmalarına karşı geldiği” gerekçesiyle Papalık tarafından özel olarak kurulan Roma Engizisyon Mahkemesi’nin önüne çıkarıldı.
Roma Engizisyon Mahkeme Kurulu özel giysileriyle kürsüde yerlerini almıştı. Galile, savunmasında “beden sağlığının acınacak durumda” olduğundan ve yaşlılığından söz etti. Bu durum, bütün dünya ansiklopedilerinde şöyle betimleniyor:
“Roma Katolik Kilisesi’nin müthiş gücü 69 yaşındaki ihtiyar Galilei’ye karşı mevzilenmişti.”
Engizisyon mahkemeleri çok gaddardı. Zaman da çok zalimdi, diri diri yakılma kararlarını göz kırpmadan veriyorlardı.
İşkence ve diri diri yakılma tehdit ve baskısı altındaki ünlü âlimden, uğruna ömrünü harcadığı “Dünya’nın Güneş çevresinde döndüğü” yolundaki düşüncesini reddetmesi isteniyordu.
Sonunda Galilei, diri diri yakılmaktan kurtulmak için diz çökerek “biat” etmek zorunda bırakıldı.
1633 yılında sadece 20 gün süren davada Galilei, yargıçlar önünde diz çöküşten doğrulurken, ayağını sessizce yere vurmuş ve “Eppur, si muove!” (Ama yine de Dünya dönüyor) demişti.
Biat ettiği için diri diri yakılmaktan kurtuldu. Ömür boyu hapse mahkûm oldu, Büyük Dünya Sistemi Üzerine Konuşmalar adlı yapıtı yasaklandı ve yakıldı.
Ama ve değişti? Bugün o Engizisyon Mahkemesi lanetle anılıyor, Galilei ise dünya bilim tarihinin en üst noktasında yaşıyor.
Calas Davası
Kuşkusuz insanlık tarihine geçen diğer önemli bir dava, 1761’deki “Calas davası”dır.Bu dava, dinsel bağnazlık yüzünden açılmış bir dava ve işlenmiş büyük adli hata olarak tarihe geçmiştir. 1761’de Fransa’da Toulouse kentinde kumaş ticareti yapan ve Protestanlığa geçen Calas’ın oğlu Antonie babasının dükkânında asılmış olarak bulundu. Dinsel bağnazlığın körüklediği bir iftira kampanyası ile Calas’ın Katolikliği benimsememesi nedeniyle oğlunu öldürdüğü ileri sürüldü. Özel mahkemedeki duruşmalar sonunda Calas tekerlek işkencesine mahkûm edildi. Bu cezaya çarptırılan suçlu, sahne gibi yüksek bir platformda bir araba tekerleğine bağlanıyor, herkesin gözü önünde bir piyesin sahneye konulması gibi bir yandan tekerlekle sıkılıyor, öte yandan da elinde bir demir çubuk bulunan cellat tarafından ölünceye kadar dövülüyordu.
Sonunda Calas’a verilen ölüm cezası bu anlatıldığı biçimde infaz edildi.
Bu olaydan etkilenen ünlü Fransız aydınlanma felsefecisi Voltaire, iki yıl sonraTraite’de latolerance (Hoşgörü Üzerine İnceleme) (1763) adlı kitabını yazarak bir kampanya başlattı. Bir yıl sonra 1764’te, davanın yeniden görülmesini sağladı ve Calas’ı kurulan büyük mahkeme önünde bizzat savundu.
Suçlamaların asılsız olduğunu kanıtladı ve beraat ettirerek öldürülen Calas’ın onurunu tarih önünde iade ettirdi.
Dreyfus Davası
İnsanlık tarihinde bir başka büyük dram olarak geçen dava Dreyfus davasıdır.
1894-1906 yılları arasında, Fransız kamuoyunun ikiye bölünmesine neden olan, hukuka aykırı, şövenist ve bir siyasal skandal olan bu davadan kısaca söz etmemiz gerekiyor.
Fransız haberalma servisi, Paris’teki Alman askeri ataşesinin kâğıt sepetinde yaptığı bir araştırmada, “Fransız milli savunmasına ait gizli belgelerle ilgili imzasız bir yazı bulunduğunu” açıklar. (Evet imzasız kâğıt size bir şeyler anımsatıyor mu?)
1894’te bu imzasız kâğıttaki yazının, el yazısına benzerliği iddiasıyla Fransız ordusunda subay olan Yahudi asıllı Dreyfus suçlanır. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne gönderilen Dreyfus, kendisine gösterilmeyen belgelere dayanılarak ömür boyu hapisle cezalandırıldı ve bir adaya sürgüne gönderildi.
Ünlü Fransız yazarı Emile Zola, konu üzerine eğildi ve 4 yıl sonra 1898’de Fransız Cumhurbaşkanı’na hitaben “Suçluyorum” başlığıyla bir mektup yayımladı. Zola, bu açık mektubunda, Dreyfus’u kanıt olmaksızın mahkûm ettiği için Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ni ağır bir dille suçluyordu. Dava kamuoyuna yansıdı. Bu suçlayıcı açıklaması nedeniyle bu kez yazar Emile Zola bir yıl hapis ve 3000 frank para cezasına mahkûm edildi. Ancak Zola’ya verilen bu hapis cezası Fransız kamuoyunu ikiye böldü. İnsan hakları, kişisel özgürlük savunucuları, solcular, demokrat aydınlar bir yanda, “vatanın yüksek menfaatlerini” düşünenler öte yanda yer aldılar.
Kamuoyunun baskısı sonucu Dreyfus’u suçlayan belge bilirkişi heyetine gönderildi ve Dreyfus davasının omurgasını oluşturan, suçlayıcı, imzasız belgenin sahte olduğu ispatlandı. Bu sahte belgeyi düzenleyen Albay Henry dayanamayıp intihar etti. Yargıtay davanın yeniden bakılmasına karar verdi. 1899’da Dreyfus, Harp Divanı’nca yeniden yargılandı. Bu kez hafifletici sebeplerle, ömürboyu hapis cezası 10 yıl hapse çevrildi. Kamuoyu baskısıyla kısa bir süre sonra serbest bırakıldı, ancak hâlâ suçlu sayılıyordu.Aydınların baskısı sürüyordu, 1904’te Dreyfus davasının yeniden bakılması kararlaştırıldı ve 1906’da Fransız Yargıtayı tarafından Dreyfus’u mahkûm eden ilk karar iptal edildi. Dreyfus aklandı, yeniden orduya alınarak “Legion D’honneur” nişanı ile ödüllendirildi.
Bu davaya bakan ve Dreyfus’u haksız yere mahkûm eden mahkeme heyeti bütün dünyada suçlandı ve suçlanıyor
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder