HUKUK DEVLETİ VE KANUN DEVLETİ
Hukuk devleti ile kanun
devleti son zamanlarda sıkça karşılaştırılan iki devlet modeli olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak hukuk devletini tanımlamak ve sınırlarını belirlemek kanun
devletine göre nispeten daha kolaydır. Hukuk devletinin temel özellikleri tüm
siyasal sistemlerde ve toplumlarda hemen hemen aynıdır. Oysa kanun devleti
olarak isimlendiren devlet yönetimi dünyanın değişik ülkelerinde değişik
şekillerde görülebilmektedir. Bu tür devlet modelleri kimi ülkelerde bir
siyasal partinin, kimi ülkelerde askeri elitin, kimi ülkelerde de bir liderin
diktası altında karşımıza çıkabilmektedir.
Bununla birlikte modern
dünyada demokratik rejimlerin devleti hukukun gölgesi altında belli bir
çerçeveye oturtmuş olması da hukuk devletini tanımlamamızı kolaylaştıran bir
faktördür. Demokratik rejimlerde hukukun üstünlüğü ilkesini esas alan hukuk
devleti anlayışı bir bakıma bir ideal olarak karşımıza çıkmaktadır. İdeal bir model oluşturduğu için sınırlarını
ve niteliğini tanımlamamız da kolaylaşmaktadır. Ancak kanun devleti için aynı
şeyi söylemek o kadar kolay değildir. Zira kanun devleti diye ideal bir model
söz konusu değildir. Kanun devleti genellikle yöneticilerin toplum üzerindeki
keyfi yönetimine dayandığı için her toplumda ve zamanda farklı şekillerde
karşımıza çıkabilmektedir. Daha çok hukuk devleti prensibine göre yönetilmeyen
devletleri kanun devleti kategorisinde toplamak gibi bir alışkanlığımız vardır.
Ancak sosyalist rejimlerle teokratik rejimlerde gördüğümüz gibi hukuku bir
ideoloji ya da dini doktrin ile ikame eden rejimlerde de aslında devlet bir
çeşit hukuk veya ideoloji gibi üst değerler sisteminin sınırları içine
çekilmektedir. Bu bakımdan modern demokratik rejimlerde gördüğümüz hukuk
devletinin dışında kalan tüm devletleri kanun devleti kategorisinde toplamamız
oldukça zor görünmektedir.
Temel hak ve
hürriyetler, belli başlı ideolojiler, dini doktrinler ya da yönetici elitin
iradesiyle ilişkisi göz önünde bulundurularak bir analiz yapıldığında genel
olarak üç tür devlet modelinden söz edilebilir: Devleti temel hak ve
hürriyetlerin hizmetine sokan model, devleti bir ideoloji ya da dini referansın
hizmetine sokan model ve devleti yöneticilerin hizmetine sokan model. Temel hak
ve hürriyetlere ve aynı zamanda vazgeçilmeyen ve değiştirilmeyen ilkelere
dayalı olan birinci model hiç kuşkusuz hukuk devletini anlatmaktadır. İkinci
model de hukuk devleti gibi devleti vazgeçilmez ve değiştirilmez ilkelerle
hareket eden bir aygıt haline getirmektedir.
Hukuk devletini “ilkelere”, kanun devletini ise “keyfiyete” dayalı bir
model olarak kabul ettiğimizde ideolojik ya da teokratik sistemler ilkelerle
hareket ettikleri için hukuk devleti modeline daha yakın gibi görünmektedirler.
Ancak sistemin dayandığı felsefe ve temel amaçları bakımından incelendiğinde bu
modellerin hukuk devleti modelinden oldukça uzak mesafede bulundukları
anlaşılır. Hatta ürettikleri değerler bakımından aslında hukuk devletinin en
fazla karşıtı olan modelin bu model olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemleri
hukuk devleti olmaktan çıkaran en temel husus, bunların devleti insanın değil;
belli bir ideolojinin ya da dini doktrinin hizmetine sokmaları; dolayısıyla
içinde bireylerin de yer aldığı sistemin tüm aygıtlarını bu referanslara göre
harekete geçirmeleridir.
Bu bakımdan hukuk
devletiyle karşılaştırılacak olan bir devlet modelinin özellikle de ideolojik
devlet modelinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak buradaki analizler,
yöneticileri sistemin tanrısı haline getiren ve devleti onların keyfi uygulama
alanına dönüştüren üçüncü devlet modeli üzerine bina edilecektir. Kanun
devletini tam anlamıyla karşılayan modelin bu olduğu varsayımından hareketle
bir değerlendirme yapıldığında hukuk devleti ile kanun devletini birbirinden
ayıran bir çok faktörün bulunduğu görülür. İki sistem arasındaki en temel fark
bu sistemlerin felsefelerinde görülmektedir. Hukuk devletinin temel felsefesi
sistemin tüm aygıtlarını insanın hizmetine sokmasıdır. Bu anlamda bürokrasi,
ordu, siyasal partiler, dernekler, kanunlar, ekonomik hayat, kısaca tüm resmi
ve gayri resmi kurumlarıyla sistem bireylerin hizmetine girer; onların temel
hak ve hürriyetleri ve mutluluğu ilkesine göre işler. Birey bu sistemlerde
ulus, devlet, vatan, cemaat gibi kollektif varlıklardan önce gelir; hatta bu
varlıkların üzerinde yer alır. Bu sistemde yöneticilerin devlet otoritesine
sahip olmaktan kaynaklanan her hangi bir üstünlüğü yoktur.
Hukuk devleti bu temel
felsefeden hareketle kanun devletinden çok farklı uygulamalara sahiptir. Hukuk
devleti her şeyden önce eşitlik ilkesine dayanır. Tüm bireyleri aynı insani öze
sahip olarak kabul eder ve buradan hareketle insanlar arasında ayrım yapmaz.
Bununla birlikte devletin bütün kurallarını, faaliyetlerini ve kurumlarını
hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırır. Burada esas alınan hukuk, insanların
vazgeçilmez, temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiğini kabul eden tabii
hukuktur. Tabii hukuk ilkesi hem devletin üzerinde yer alır; hem de üretilen
pozitif hukuk (toplumun ürettiği yasalar) için bir referans oluşturur. Başka bir
deyişle, hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda tabii hukukun gereği
olarak temel hak ve hürriyetlere aykırı yasa üretilemez. Yasalar yönetici
elitin topluma hibe ettiği bir bağış değil; aksine toplumun kendi temsilcileri
aracığıyla tabii hukukun ışığı altında formüle ettiği kurallardır. Dolayısıyla, yasaların temel hak ve
hürriyetleri esas alması ve toplumun rızasına dayanması şarttır. Hukuk
devletinde yasalar yaptırımcı değil, yapıcıdır; daraltıcı değil,
genişleticidir; yasaklayıcı değil, özgürleştiricidirler. Hukuk devletinde
yasaların kabul ettiği temel ilke “özgürlüklerin esas, sınırlamaların ise
istisnai” olmasıdır. İstisnai bir durum olmadıkça temel haklar ve özgürlüklerle
ilgili bir sınırlama getirilemez.
Oysa kanun devleti
tamamen yöneticiler üzerine bina edilmiştir. Kanun devletinde bireyi aşan
kollektif varlıklar her zaman çok daha önemlidir. Bu anlamda millet, devlet,
cemaat, vatan, ordu, bürokrasi, parti, şef, lider, önder, emir gibi varlıklar
bireylerin mutlak anlamda üzerinde yer alır. Yöneticiler gücünü ve meşruiyetini
ne hukuk devletinde olduğu gibi hukuktan ve halkın rızasından, ne ideolojik
devletlerde olduğu gibi bir ideolojiden ne de teokratik rejimlerde olduğu gibi
bir dinden alırlar. Güçlerinin tek kaynağı vardır; o da devlet otoritesidir.
Otoriteyi sağlam temele dayandırmak için ekonomik kaynaklara olduğu gibi
kültürel ve sosyolojik kaynaklara da mutlak anlamda hükmederler. Yöneticiler
meşruiyetlerini toplumun rızasından ya
da onları üstten bağlayan bir kaynaktan almadıkları için onlarla yönetilenler
arasındaki bağ korku ve zora dayanmaktadır. Bu tür devletlerde yönetimin en
fazla ürettiği değer korkudur. Bir yandan iç ve dış düşman korkusu, bir yandan
da kendi azameti ve kudretinden kaynaklanan bir korku yaratarak toplumu
sindirir ve kendi otoritesine boyun eğmek zorunda bırakır. Bu tür devletlerde
yönetici sınıf iktidarını sürdürmek için her tür araca başvurur. Toplumda genel
geçer dinsel, ideolojik ve kültürel tüm kaynakları kullanarak toplumun
sempatisin kazanmaya ve onlar üzerindeki korkuyu bu tür kaynaklarla yumuşatmaya
çalışır.
Hukuk devletinin
aksine, kanun devletinde en üstün değer devlettir. Devlet hem hukukun yapıcısı,
hem kaynağı hem de koruyucusudur. Devlet yöneticileri birer “ölümlü tanrı”
olarak kabul edilir. Onların tanrıdan farkları ölümlü olmalarıdır. Bu bakımdan
devlet yöneticilerinin beyanları, emirleri, buyrukları kanunlar için önemli bir
referans olarak kabul edilir. Kanunlar toplumun temsilcileri tarafından yapılsa
dahi devletin tayın ettiği çerçevenin dışına çıkamaz. Bu anlamda kanun
devletinde yasaların amacı özgürleştirmek, temel hak ve hürriyetleri
genişletmek ve koruma altına almak değil;
devlete sorgulanamayan bir kutsallık atfetmek ve devlet otoritesini bu
kutsallık üzerinden topluma hakim kılmaktır. Bununla birlikte kanun devletinde
tabii hukuk ve toplumsal rıza yerine geçen şey yöneticilerin emir ve
buyruklarıdır. Dolayısıyla kanun devleti, hukuk devletindeki tabloyu tersine
çevirir. Hukuk devletindeki en üstün değer olan hukukun yerine, devlet ve
devletle özdeşleşmiş olan yöneticilerin iradesini geçirir. Kanun devleti aynı
zamanda insanı esas almadığı için insanlar arasındaki eşitlik ilkesine de fazla
itibar etmez. Burada rejimin dostları ve düşmanları vardır ve bu ölçü muazzam
biçimde imtiyaz mekanizması ortaya çıkarır. Devlet toplumdan kaynak toplarken
de, elindeki kaynakları değişik mekanizmalar yoluyla dağıtırken de dost ve
düşman kategorisine göre hareket eder. Korku mitosundan beslendiği için rejim
hattı zatında kendi bekasını sürdürmek için düşman üretmek zorundadır.
Kısaca, insanlık devlet
olgusuyla karşı karşıya geldiği tarihten beri temel hak ve özgürlüklerle devlet
otoritesi arasındaki gerilim tartışma konusu ola gelmiştir. Eski Yunan ve Roma
dönemindeki büyük felsefi akımlarla Hıristiyanlık ve İslam dinleri insanların
tabii hukukun gereği olarak vazgeçilmez temel bir takım haklarla donatıldığını
kabul etmişlerdir. Bu bakımdan insanların bazı temel haklarını devlet otoritesi
karşısında güvence altına almışlardır. Ancak bunlar devlet otoritesinin
sınırlarını tam anlamıyla tayin etmedikleri için pratikte devletler bireylerin
temel haklarını ihlal edebilmişlerdir. Modern demokrasinin gelişmesine paralel
olarak siyasi anlamda ortaya çıkan kayda değer en önemli gelişme hukuk
devletinin üç temel sacayak üzerinde gelişmiş olmasıdır. Hukuk devletinin bu üç
sacayakları tüm bireylerin eşitliği, hukukun devlet üzerindeki üstünlüğü ve
temel hak ve hürriyetlerin vazgeçilmezliği ilkeleridir. Bir devlet bu ilkelere
göre hareket etmedikçe yönetim yapısı ne olursa olsun, yasaları nasıl yapılırsa
yapılsın bu devlet bir hukuk devleti
olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder