3 Eylül 2014 Çarşamba

HUKUK DEVLETİ VE KANUN DEVLETİ



HUKUK DEVLETİ VE KANUN DEVLETİ


Hukuk devleti ile kanun devleti son zamanlarda sıkça karşılaştırılan iki devlet modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak hukuk devletini tanımlamak ve sınırlarını belirlemek kanun devletine göre nispeten daha kolaydır. Hukuk devletinin temel özellikleri tüm siyasal sistemlerde ve toplumlarda hemen hemen aynıdır. Oysa kanun devleti olarak isimlendiren devlet yönetimi dünyanın değişik ülkelerinde değişik şekillerde görülebilmektedir. Bu tür devlet modelleri kimi ülkelerde bir siyasal partinin, kimi ülkelerde askeri elitin, kimi ülkelerde de bir liderin diktası altında karşımıza çıkabilmektedir.
Bununla birlikte modern dünyada demokratik rejimlerin devleti hukukun gölgesi altında belli bir çerçeveye oturtmuş olması da hukuk devletini tanımlamamızı kolaylaştıran bir faktördür. Demokratik rejimlerde hukukun üstünlüğü ilkesini esas alan hukuk devleti anlayışı bir bakıma bir ideal olarak karşımıza çıkmaktadır.  İdeal bir model oluşturduğu için sınırlarını ve niteliğini tanımlamamız da kolaylaşmaktadır. Ancak kanun devleti için aynı şeyi söylemek o kadar kolay değildir. Zira kanun devleti diye ideal bir model söz konusu değildir. Kanun devleti genellikle yöneticilerin toplum üzerindeki keyfi yönetimine dayandığı için her toplumda ve zamanda farklı şekillerde karşımıza çıkabilmektedir. Daha çok hukuk devleti prensibine göre yönetilmeyen devletleri kanun devleti kategorisinde toplamak gibi bir alışkanlığımız vardır. Ancak sosyalist rejimlerle teokratik rejimlerde gördüğümüz gibi hukuku bir ideoloji ya da dini doktrin ile ikame eden rejimlerde de aslında devlet bir çeşit hukuk veya ideoloji gibi üst değerler sisteminin sınırları içine çekilmektedir. Bu bakımdan modern demokratik rejimlerde gördüğümüz hukuk devletinin dışında kalan tüm devletleri kanun devleti kategorisinde toplamamız oldukça zor görünmektedir.
Temel hak ve hürriyetler, belli başlı ideolojiler, dini doktrinler ya da yönetici elitin iradesiyle ilişkisi göz önünde bulundurularak bir analiz yapıldığında genel olarak üç tür devlet modelinden söz edilebilir: Devleti temel hak ve hürriyetlerin hizmetine sokan model, devleti bir ideoloji ya da dini referansın hizmetine sokan model ve devleti yöneticilerin hizmetine sokan model. Temel hak ve hürriyetlere ve aynı zamanda vazgeçilmeyen ve değiştirilmeyen ilkelere dayalı olan birinci model hiç kuşkusuz hukuk devletini anlatmaktadır. İkinci model de hukuk devleti gibi devleti vazgeçilmez ve değiştirilmez ilkelerle hareket eden bir aygıt haline getirmektedir.  Hukuk devletini “ilkelere”, kanun devletini ise “keyfiyete” dayalı bir model olarak kabul ettiğimizde ideolojik ya da teokratik sistemler ilkelerle hareket ettikleri için hukuk devleti modeline daha yakın gibi görünmektedirler. Ancak sistemin dayandığı felsefe ve temel amaçları bakımından incelendiğinde bu modellerin hukuk devleti modelinden oldukça uzak mesafede bulundukları anlaşılır. Hatta ürettikleri değerler bakımından aslında hukuk devletinin en fazla karşıtı olan modelin bu model olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemleri hukuk devleti olmaktan çıkaran en temel husus, bunların devleti insanın değil; belli bir ideolojinin ya da dini doktrinin hizmetine sokmaları; dolayısıyla içinde bireylerin de yer aldığı sistemin tüm aygıtlarını bu referanslara göre harekete geçirmeleridir.
Bu bakımdan hukuk devletiyle karşılaştırılacak olan bir devlet modelinin özellikle de ideolojik devlet modelinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak buradaki analizler, yöneticileri sistemin tanrısı haline getiren ve devleti onların keyfi uygulama alanına dönüştüren üçüncü devlet modeli üzerine bina edilecektir. Kanun devletini tam anlamıyla karşılayan modelin bu olduğu varsayımından hareketle bir değerlendirme yapıldığında hukuk devleti ile kanun devletini birbirinden ayıran bir çok faktörün bulunduğu görülür. İki sistem arasındaki en temel fark bu sistemlerin felsefelerinde görülmektedir. Hukuk devletinin temel felsefesi sistemin tüm aygıtlarını insanın hizmetine sokmasıdır. Bu anlamda bürokrasi, ordu, siyasal partiler, dernekler, kanunlar, ekonomik hayat, kısaca tüm resmi ve gayri resmi kurumlarıyla sistem bireylerin hizmetine girer; onların temel hak ve hürriyetleri ve mutluluğu ilkesine göre işler. Birey bu sistemlerde ulus, devlet, vatan, cemaat gibi kollektif varlıklardan önce gelir; hatta bu varlıkların üzerinde yer alır. Bu sistemde yöneticilerin devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan her hangi bir üstünlüğü yoktur.
Hukuk devleti bu temel felsefeden hareketle kanun devletinden çok farklı uygulamalara sahiptir. Hukuk devleti her şeyden önce eşitlik ilkesine dayanır. Tüm bireyleri aynı insani öze sahip olarak kabul eder ve buradan hareketle insanlar arasında ayrım yapmaz. Bununla birlikte devletin bütün kurallarını, faaliyetlerini ve kurumlarını hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırır. Burada esas alınan hukuk, insanların vazgeçilmez, temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiğini kabul eden tabii hukuktur. Tabii hukuk ilkesi hem devletin üzerinde yer alır; hem de üretilen pozitif hukuk (toplumun ürettiği yasalar) için bir referans oluşturur. Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda tabii hukukun gereği olarak temel hak ve hürriyetlere aykırı yasa üretilemez. Yasalar yönetici elitin topluma hibe ettiği bir bağış değil; aksine toplumun kendi temsilcileri aracığıyla tabii hukukun ışığı altında formüle ettiği kurallardır.  Dolayısıyla, yasaların temel hak ve hürriyetleri esas alması ve toplumun rızasına dayanması şarttır. Hukuk devletinde yasalar yaptırımcı değil, yapıcıdır; daraltıcı değil, genişleticidir; yasaklayıcı değil, özgürleştiricidirler. Hukuk devletinde yasaların kabul ettiği temel ilke “özgürlüklerin esas, sınırlamaların ise istisnai” olmasıdır. İstisnai bir durum olmadıkça temel haklar ve özgürlüklerle ilgili bir sınırlama getirilemez.
Oysa kanun devleti tamamen yöneticiler üzerine bina edilmiştir. Kanun devletinde bireyi aşan kollektif varlıklar her zaman çok daha önemlidir. Bu anlamda millet, devlet, cemaat, vatan, ordu, bürokrasi, parti, şef, lider, önder, emir gibi varlıklar bireylerin mutlak anlamda üzerinde yer alır. Yöneticiler gücünü ve meşruiyetini ne hukuk devletinde olduğu gibi hukuktan ve halkın rızasından, ne ideolojik devletlerde olduğu gibi bir ideolojiden ne de teokratik rejimlerde olduğu gibi bir dinden alırlar. Güçlerinin tek kaynağı vardır; o da devlet otoritesidir. Otoriteyi sağlam temele dayandırmak için ekonomik kaynaklara olduğu gibi kültürel ve sosyolojik kaynaklara da mutlak anlamda hükmederler. Yöneticiler meşruiyetlerini  toplumun rızasından ya da onları üstten bağlayan bir kaynaktan almadıkları için onlarla yönetilenler arasındaki bağ korku ve zora dayanmaktadır. Bu tür devletlerde yönetimin en fazla ürettiği değer korkudur. Bir yandan iç ve dış düşman korkusu, bir yandan da kendi azameti ve kudretinden kaynaklanan bir korku yaratarak toplumu sindirir ve kendi otoritesine boyun eğmek zorunda bırakır. Bu tür devletlerde yönetici sınıf iktidarını sürdürmek için her tür araca başvurur. Toplumda genel geçer dinsel, ideolojik ve kültürel tüm kaynakları kullanarak toplumun sempatisin kazanmaya ve onlar üzerindeki korkuyu bu tür kaynaklarla yumuşatmaya çalışır.
Hukuk devletinin aksine, kanun devletinde en üstün değer devlettir. Devlet hem hukukun yapıcısı, hem kaynağı hem de koruyucusudur. Devlet yöneticileri birer “ölümlü tanrı” olarak kabul edilir. Onların tanrıdan farkları ölümlü olmalarıdır. Bu bakımdan devlet yöneticilerinin beyanları, emirleri, buyrukları kanunlar için önemli bir referans olarak kabul edilir. Kanunlar toplumun temsilcileri tarafından yapılsa dahi devletin tayın ettiği çerçevenin dışına çıkamaz. Bu anlamda kanun devletinde yasaların amacı özgürleştirmek, temel hak ve hürriyetleri genişletmek ve koruma altına almak değil;  devlete sorgulanamayan bir kutsallık atfetmek ve devlet otoritesini bu kutsallık üzerinden topluma hakim kılmaktır. Bununla birlikte kanun devletinde tabii hukuk ve toplumsal rıza yerine geçen şey yöneticilerin emir ve buyruklarıdır. Dolayısıyla kanun devleti, hukuk devletindeki tabloyu tersine çevirir. Hukuk devletindeki en üstün değer olan hukukun yerine, devlet ve devletle özdeşleşmiş olan yöneticilerin iradesini geçirir. Kanun devleti aynı zamanda insanı esas almadığı için insanlar arasındaki eşitlik ilkesine de fazla itibar etmez. Burada rejimin dostları ve düşmanları vardır ve bu ölçü muazzam biçimde imtiyaz mekanizması ortaya çıkarır. Devlet toplumdan kaynak toplarken de, elindeki kaynakları değişik mekanizmalar yoluyla dağıtırken de dost ve düşman kategorisine göre hareket eder. Korku mitosundan beslendiği için rejim hattı zatında kendi bekasını sürdürmek için düşman üretmek zorundadır.
Kısaca, insanlık devlet olgusuyla karşı karşıya geldiği tarihten beri temel hak ve özgürlüklerle devlet otoritesi arasındaki gerilim tartışma konusu ola gelmiştir. Eski Yunan ve Roma dönemindeki büyük felsefi akımlarla Hıristiyanlık ve İslam dinleri insanların tabii hukukun gereği olarak vazgeçilmez temel bir takım haklarla donatıldığını kabul etmişlerdir. Bu bakımdan insanların bazı temel haklarını devlet otoritesi karşısında güvence altına almışlardır. Ancak bunlar devlet otoritesinin sınırlarını tam anlamıyla tayin etmedikleri için pratikte devletler bireylerin temel haklarını ihlal edebilmişlerdir. Modern demokrasinin gelişmesine paralel olarak siyasi anlamda ortaya çıkan kayda değer en önemli gelişme hukuk devletinin üç temel sacayak üzerinde gelişmiş olmasıdır. Hukuk devletinin bu üç sacayakları tüm bireylerin eşitliği, hukukun devlet üzerindeki üstünlüğü ve temel hak ve hürriyetlerin vazgeçilmezliği ilkeleridir. Bir devlet bu ilkelere göre hareket etmedikçe yönetim yapısı ne olursa olsun, yasaları nasıl yapılırsa yapılsın bu devlet bir  hukuk devleti olamaz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder