30 Ağustos 2015 Pazar

The Lawyer

 “Uzun ve yorucu bir hazırlık sürecinin ardından hayallerini süsleyen fakültede okumaya hak kazanmıştır. Görev başarıyla tamamlanmış ve Lawyer’ın defterindeki lise sayfası kapanmıştır. O artık öğretmenler zili çaldıktan sonra derse girebilmek için geç kağıdı almak, alırken de müdür yardımcısının pos bıyığının altından gelen bir yığın azarla karışık tembih kelamına maruz kalmak zorunda olan bir liseli değil; derse girmese dahi kimsenin niye girmiyorsun demeyeceği bir  ‘üniversiteli’  dir.

      Üniversiteye adım attığı ilk andan itibaren yepyeni bir dünya bekliyordur onu. Tabi ilk günler dekanı gördükleyin eli olmayan kravatını düzeltmeye yeltenecek olsa da alışacaktır kısa bir müddet sonra üniversiteli olmaya, alışacaktır gününün büyük bir bölümünü hukukçu kimliğinin neşvüneması için fakültesinde düzenlenen konferans, panel, sempozyumlarda geçirmeye ve dahi nitelikli fakülte kütüphanesinde saatlerce araştırma yapmaya alışacaktır zor da olsa. En önemlisi de öğrenciye kendisinin bir hiç olduğunun, kendisine söyleneni yapmaktan başka çaresi olmadığının, mütemadi aralıklarla hatırlatıldığı, temelinde; okuyan, yazan, fikir ortaya koyan değil de tabiri caizse çiçek olup dinleyen, denileni yapan, çoktan seçmeli sorulardaki tek doğruyu bir dakika içerisinde tespit edebilen bir yığın insan üretme amacı olan eğitim anlayışından kurtulacaktır. Artık üniversitede bambaşka şartlar ve olanaklar bekliyordur onu.


       Lawyer araştıran, düşünen, hocası ve arkadaşları ile entelektüel tartışmalar yapan, hukuki sorunlara çözüm önerileri üreten ve de bunları yaparken etik değerlerinden taviz vermeyen bir öğrenci olarak üniversite hayatını dinamik bir şekilde sürdürecek nihayetinde kalifiye bir hukuk insanı olarak fakülteden mezun olacaktır.”

Türkiye’de hukuk okuyan birisi iseniz kazın ayağının pek de böyle olmadığının farkında olduğunuzdan eminim. Yazdıklarım, hukuk fakültesine yeni kayıt yaptırdığım dönemler beni burada neyin beklediğine dair zihnimde belirenlerden bir kesit. Açıkçası bugün aklıma geldiğinde gülümseyeceğimi belki sizi de gülümseteceğimi o zamandan tahmin edemezdim. Hukuk fakültesi denince üniversite kapısında toy bir delikanlının aklına gelen şey ile aslında olan arasında gerçekten çok fark var.


Üniversite sınav sonuçlarının açıklandığı bu günlerde liseden yeni mezun olmuş çiçeği burnunda hukuk fakültesi adayı kardeşlerimin fakülteye girmeden evvel neyle karşılaşacaklarını aşağı yukarı bilerek gelmelerine katkı sağlamak amacıyla kalemi elime aldığımı söyleyebilirim. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bu yıl mezun olmuş birisi olarak hatırlayabildiğim kadarıyla hukuk öğrencisi olmakla ilgili birtakım deneyimimi ve doğru bilinen bazı yanlışları sizlere açık yüreklilikle aktarmak niyetindeyim.


İlk olarak şunun altını çizmek istiyorum: Hukuk Fakültesi dört yıldır ve dört yılda biter.


[1] Sene tekrarı yapmak durumunda kalan arkadaşların büyük çoğunluğu “İmkan ve şeraitin namüsait mahiyette tezahür etmesi sonucu” bu menfur hadise ile karşı karşıya kalmaktadır dolayısıyla bu konuda müsterih olunuz ve ön yargısız bir şekilde fakülte hayatınıza başlayınız.


Ek olarak her ne kadar biz hukuk öğrencileri bunun edebiyatını yapmayı çok sevsek de aslında tuğla gibi kitapları hatmetmeyiz. Derslerimizin yarıdan fazlasını fotokopiye bırakılmış ders notlarını okuyarak geçebiliriz. Masamızda fotoğrafını çekip tweetimize meze yaptığımız o bin küsur sayfalık kitapların tamamını değil içerisinden hocanın derste üzerinde durduğu sınav sorumluluğu kapsamında olan bazı bölümleri okuruz çoğu zaman da kitabın hatırı sayılır bir kısmı sınav kapsamı dahilinde değildir zaten.


Hukuk fakültesinde bir dersten şu şekilde başarıyla geçilebileceğini söyleyebilirim:

[2] Az çok dersleri takip edersiniz, hocanın üzerinde durduğu konuları kitaptan çalışırsınız, çalıştığınız derste tutulan notu bir iki defa altını çizerek okursunuz, hocanın derste çözdüğü pratik çalışmaları güzel bir şekilde gözden geçirirsiniz ardından sorumlu olduğunuz kanun maddelerine göz gezdirip sınava girersiniz ve inanın düzenli çalıştığınız derslerde bu süreç hiç de canınızı sıkmaz. Düzenli olarak ders çalışmazsanız da vize ve final haftalarından belli bir süre önce başlar ve yoğun bir şekilde derslerinize odaklanırsanız

[3] gene konuları yetiştirir ve derslerinizi başarıyla geçersiniz. Fakat hem dönem içerisinde düzenli çalışmayayım hem de sınavlarımın yaklaştığı süreçte kasmayayım sınavdan bir gün önce ikindi ve sınav günleri sabah namazına müteakiben yapacağım çalışmalarla fakülteyi bitireyim derseniz Eğitim Fakültesi’nde okuyan arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre sizin için doğru adres evinize en yakın Sınıf Öğretmenliği bölümü olacaktır.


Biz hukuk öğrencilerinin; “Çok çalışıyoruz, fosforlu kalemler tek yoldaşımız, altını çizdiğimiz sayfaları üst üste koysak boyumuzu aşar, sabahlara kadar bir elimizde kahve bir elimizde OĞUZMAN’ın BORÇLAR kitabı yastığa yorgana hasret kaldık.” edebiyatı yapmamızın kanaatimce bir sebebi diğer fakülte öğrencilerinin az çalışarak derslerini geçebiliyor olmaları belki bir sebebi de bu konularda biraz hava atmayı seviyor oluşumuzdur.


Şu ders geçilmez, şu hocanın dersini ilk yıl finalde veren çocuk kör oldu gibi söylentiler mesela, çoğunlukla biz öğrenci milletinin abartısıdır. İnanın hiçbir dersinizin hocası sizden olağanüstü bir performans göstermenizi beklemeyecek derslerinize “makul bir özen”


[4] gösterdiğiniz takdirde size sıkıntı yaşatmayacaktır. Dört yılda almış olduğum otuz dokuz dersi gözden geçirdiğimde bu söylediğimin istisnası beş veya altı ders ile karşılaştığımı söyleyebilirim ki bu kadar kusur kadı kızında da olur.


[5] Öyle zannediyorum diğer hukuk fakültelerinde de durum bundan farklı değildir. Kanımca abartının temelinde ne kadar zor sınavlara giriyor isek o kadar nitelikli olduğumuzu telakki etmemiz yatıyor. Hâlbuki bu çok da sağlıklı bir düşünce değil. Nitekim öğrenim psikolojisi açısından ele alınacak olursa öğrencinin hak ettiğinin altında bir not alması, eğitimcilerin kullandığı terim itibarîyle “olumsuz pekiştireç” niteliğine sahip. Genel manada bu durumun öğrenme konusunda negatif bir etki oluşturduğu kabul edilmektedir.


[6] Yeri gelmişken değerli hocalarımın hoşgörüsüne sığınarak ve dahi haddimi bilerek şu hususa değinmek istiyorum. Üniversitede kürsüdeki kişi o dersle ilgili inceleme-araştırma-değerlendirme yapma konusunda karşısındakilere yol gösterici bir rol üstlenmeli. Misyonu buna ilgi çekmek ve bunu sevdirmek olmalı.


[7] Yoksa sözgelimi, saç baş yoldurtarak geçirilen öğrenci o an için konuları çok iyi hıfzetse de bu sefer dersten soğuyacak ve mecbur kalmadıkça bir daha o dersle karşılaşmak istemeyecektir. Hıfzettiklerini de maksimum bir iki yıla unutacağı için tabir-i amiyane ile alınan abdest ürkütülen kurbağaya değmeyecektir.


Sevgili hukuk talebesi olmaya aday olan dostlarım, sizin henüz başında olduğunuz bu yoldaki ayak izi daha kurumamış ve bu manada her daim inşallah yola revan olmaya niyetlenmiş birisi olarak, hangi durum ve koşullarda ne şekilde geçerli olacağını değerlendirme noktasında takdirinize güvendiğim bir diğer konu şu:  mümkün mertebe derslere devam edin amma velakin sadece bir kenara oturup acı ot yemiş buzağı edasıyla bir uyur bir uyanır şekilde ders dinlememelisiniz. Bu belki içinizi rahatlatır fakat doğrusunu söylemek gerekirse size pek de bir şey katmaz. Girdiğiniz derslerde katılımcı olmaya söz almaya görüş bildirmeye gayret edin.


[8] Dersin insicamını olumsuz etkilememeniz durumunda hocalarınızın da bundan hoşnut olacağını söyleyebilirim.Fakültem olan Dokuz Eylül Hukuk’ta gördüğüm şu ki, hocalarımızın çoğunluğu alanında iyidir kendileri iyi ders anlattıkları gibi derse katılım noktasında da teşvik edici olurlar. Tabi bunun yanı sıra bildiğini size aktarma konusunda sıkıntı yaşayan bundan dolayı derslerde sizi de kendisini de geren öğretim görevlileriyle veya artık ders anlatmaktan bıkmış hayat enerjisi düşük bazı profesörlerle hatta derse hazırlanmadan geldiği için anlatacağının başını sonunu karıştırarak bulamaç halinde size sunan hocalarla da karşılaşabileceksiniz ki bu tarz derslere girerek harcayacağınız vakti başka türlü değerlendirmek sizin için daha iyi olacaktır. Son olarak dikkatinizi çekmek istediğim bir iki hususa daha değinerek yazımı bitirmek istiyorum.


Derler ki zamanın birinde bir köylü medrese eğitimine yeni başlamış olan talebeye filan konuyla ilgili bir fetva sorar. Talebe hemen cevap verir. Medresede ikinci sınıfı okuyan bir başka talebeye sual eder bu talebe biraz düşündükten sonra cevap verir. Üçüncü sınıfı okuyan talebe, amca yarın gel cevabını vereyim der, aynı suali dördüncü sınıf talebesine sorar o ise soruyu etraflıca dinleyip anladıktan sonra bey amca haftaya gel cevabını vereyim der.   “


Kıssa söylemek istediğimin hâsılını ortaya koyuyor. Biraz açmak gerekirse siz değerli kardeşlerime de birinci sınıftan itibaren eşiniz dostunuz, akrabalarınız, alışveriş yaptığınız bakkalın sahibi, alt kattaki babacan amca vs. dayısıgillerle aralarında olan miras uyuşmazlığından tutun filan kişinin diz kapaklarına sıktıklarında kaç yıl yiyeceklerine kadar farklı niteliklerde hukuki sorular yöneltecekler siz de daha roma hukukunda res mancipi-res nec mancipi mal ayrımını öğrenirken olağan üstü bir performans sergileyerek bu sorulara cevap vermeye çalışacaksınız. 


[9] Diyeceğim o ki biz yaptık ama siz yapmayın,  bilmediğinizi bilin.Bir diğer, sığ siyasi meselelerin konuşulduğu bir ortamda bulunduğunuz zamanlar konuyu mümkün mertebe değiştirmeye gayret edin zira az sonra gündemde ne kadar siyaset mutfağında partizanlık sosuyla terbiye edilmiş hukuki mesele varsa hepsini hukuki açıdan ele almak zorunda kalırsınız ki şu aşamada pek de becerebileceğiniz bir iş değildir. Tabi ki iyi bir siyaset takipçisi olmanız gerektiğini hukukun ve siyasetin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini söylemeliyim ancak partizan ve sığ bir siyaset anlayışından kendinizi korumaya özen göstermelisiniz.


Biz gençlerin vizyon sahibi olmaya gönül coğrafyamızın da vizyon sahibi gençlere ihtiyacı var. Vizyonumuz iyi bir iş sahibi olmak üzere olmamalı ama işimizin de vizyonumuza uygun olması gerekiyor. Bunun için meslek tercihi konusunda kendinize bir perspektif çizmelisiniz. Biliyorum şu an birçoğunuzun kafasında ilerde Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Adalet Bakanı vs olmak var ancak yine de mezun olduktan sonra yapacağınız işe daha birinci sınıfta, normlar hiyerarşisinin piramiti ile yeni haşır neşir olmuş iken  karar vermemenizde fayda olduğunu söyleyebilirim.


[10] Yapacağınız işten konu açılmışken belirtme ihtiyacı duyuyorum ki fakülteye girdiğiniz ilk andan mezun olana kadar bir yerlerde sürekli duyacağınız avukatlık mesleğine yönelik tezviratlarpek kulak asılası cinsten değildir. Tanıdığım birçok avukat mesleğini dürüst bir şekilde icra etmekte olup yaşam standartları ve toplum nezdindeki itibarları da gayet yerindedir. Yaklaşık sekiz farklı meslekte çalışmış birisi olarak söylüyorum yalanla iş yapmak her mesleğin problemidir ve her mesleğin erbabı arasında iyi örneklere de kötü örneklere de rastlamak mümkündür.


Değerli üniversite talebesi olma adayı kardeşlerim, eminim ki sizler de sadece fakülte bitirmenin size yeteceğini düşünmüyorsunuz, haklısınız: yetemez. Bu yüzden size tavsiyem hiç vakit kaybetmeden daha fakültenin giriş kapısından sağ ayakla içeri girip “Bismillah” dediğiniz andan itibaren ilke ve değerlerinizle bağdaşan bir sivil toplum hareketi arayın. Şunu unutmayın hukuk fakülteleri hukuk mezunu yetiştirir hukukçu olmak için ise diplomadan fazlasına ihtiyacınız var. Sivil toplum kuruluşu ve öğrenci topluluklarına katılımınız hayatın her alanında var olmanız dinamik bir hayat geçirmeniz açısından gerçekten çok önemli. Tabi doğal olarak bu konuda seçici olmanız enerjinizi ve vaktinizi boşa harcamamanız için şart. Heybesinde sadece sloganlar olan bir sivil toplum anlayışı ile sizden sadece dinleyici olmanızı bekleyen size sayıyı artıran konu mankeni rolünden ötesini biçmeyen bir sivil toplum anlayışı da ülkemizde maalesef mevcut ki bu yapıda bir sivil toplumun size ve topluma bir şey katmayacağını belirtmeye gerek yok. Ancak kusursuz insanların kusursuz bir şekilde oluşturduğu ve kusursuz şekilde işleyen giren çıkan herkesin peygamber ahlakına sahip olduğu dört dörtlük bir vaziyette lütfedip buyurmamı bekleyen bir hareket olmazsa ben de yokum tavrı da takınmayın.(Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.) Hata yapmayan aslında iş yapmıyordur. Bu bağlamda düşündüğümüzde sizden daima üretmenizi bekleyen size nesne değil özne misyonu yükleyen bir hareketin, ilke ve değerlerinizle bağdaştığı takdirde ismi cismi çok da fark etmez, içerisinde olmanızı şiddetle tavsiye ederim.


VEL HASIL-I KELAM


“Talebe, hakikatler peşinde koşan, gayesi manevi olgunlaşma olan bir mesleğin insanıdır. Mekteplerin diploma müşterisi ve istikbalin mevki dilencisi değil. “ der Nurettin TOPÇU.
“Gençlere önerimdir, gittiğiniz okullar size yetmeyecek, yetiştirmeyecek. Öyle kurgulandılar. Deliler gibi kitap okuyun! Okuyun güçlenin. “ der İlber ORTAYLI.


“Öğrenci işlerinin kapısında kayıt işlemleri için beklerken mezuniyet işlemlerini tamamlamaya gelen son sınıf öğrencilerine gıpta ile baktığı zamandan bu güne dört yıl geçmiştir ancak dün gibi aklındadır o gün verdikleri öğrenci kimlik kartını eline alıp da üzerindeki en küçük yazıya kadar okuduğu an, dün gibidir. Kütüphanede Hukuk Başlangıcı çalışırken yanındakinin Ticaret Hukuku kitabına bakıp sanki o aşamaya daha çook varmış gibi iç geçirdiği zamanlar. Encamında görev başarıyla tamamlanmış ve Lawyer’ın hayatındaki lisans eğitimi sayfası kapanmıştır. Su gibi akıp giden dört yıl onu hayal ettiğinden farklı bir noktaya taşımış ve bu noktada heybesindeki en değerli şey elindeki mezuniyet belgesinden ziyade, edindiği tecrübeler ve kurduğu dostluklar olmuştur. Hangi üniversiteyi yerleştiğini görmek için bilgisayar ekranına kilitlenmiş meraklı gözlerin sahibi Lawyer, sanki gözlerini kapayıp açtığında kendisini, bugünün meraklı gözlülerine o günden bu güne dört yıllık gözlemlerini belki eksik belki yanlış ama samimi bir şekilde aktarırken bulmuştur. Yazmayı unuttuğu birçok şey olmuştur elbette ancak muhabbetle okuyanlara teşekkür etmeyi unutmayacaktır.”

Teşekkürler. . .

[1] Hatta bir işte çalışırken hukuk fakültesini kazanan birçok kişi bir yandan mesaisini devam ettirmesine rağmen fakülteyi dört yılda bitirebilmektedir.

[2] Normal bir hocanın normal bir sınavı için geçerlidir. Anormal hocalarla ve de bazen normal hocalarınızın anormal sınavlarıyla karşılaşabileceksiniz.

[3] Halk arasında buna ineklemek de denir.

[4] Size göre makûl ile hocaya göre makûl’ün aritmetik ortalaması dolayları sizi idare edecektir.

[5] Bülbülün ol nefha-i feryadına aşık demem
  Yüz çevirir goncadan gül gösterince harını
                                             Salih Baba Divanı

[6] “İlk vizede öğrencilerin çanına ot tıkayayım da daha baştan kendilerini salmasınlar” diye düşünen hocalarıma hürmetlerimi sunuyorum.

[7] “Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir, düşünmek için aklın eğitilmesidir.”Albert Einstein

[8] Bunu yapmadan da yüksek notlar alabilirsiniz ancak eğer yaparsanız medeni cesaretinizin artmasında ve kendinizi ifade etme kabiliyetinizin gelişmesinde size ciddi katkı sağlayacaktır.

[9] Önemli Not:Yük ve çeki hayvanları res mancipi mallardan olup deve ve fil bunun istisnasıdır.

[10] Tabi “Hele bi hayırlısıyla mezun olalım da o zaman düşünürüz” de demeyin.



Kaynak http://www.imsakdergisi.com/yahya-usman/the-lawyer/

Psikoloji Bilgisi ve Avukatlık








Hukuk kültürümüzde, önleyici hukuk hizmeti kurumu malesef yeterince gelişmemiştir. İnsanlar, hukuki problemleri doğmadan avukata danışmayı fuzuli masraf olarak görürler. Oysa çok daha az masrafla zamanında alınmış bir danışmanlık hizmeti veya mütalaanın, bir çok hukuki ihtilafın önüne geçeceğinin ve ileride ödenmek zorunda kalınabilecek çok daha yüksek tutarlarda dava masrafları ve vekalet ücretlerinden kendilerini kurtaracağının farkında değildirler. 


Her danışmanlık hizmeti veya hukuki mütalaanın, ihtilafın doğumuna engel olması elbette mümkün değil. Ancak iş yargıya intikal ettiğinde, bu süreçte avukat desteği almış ve daha bilinçli hareket etmiş tarafın, mahkeme önünde, diğer taraftan çok daha güçlü durumda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 


Halk dili ile "davalık olmak", insanlarda doğal olarak rahatsızlık verir. Hiç kimse, hukuki veya cezai bir ihtilafın tarafı olmak istemez. İnsanlar,taraf olmak durumunda kaldıklarında da, profesyonel destek almak amacı ile avukat aramaya başlarlar. 


Önce bizzat tanıdıklarına, tanıdıkları yoksa, yakın çevresinin referans verebileceği avukatları öncelikle seçerler. Hiç tanımadıkları, daha önce hiç çalışmadıkları bir avukata iş teslim etmektense, tanıdık biriyle iş yapmak, insanlara daha güvenli gelir. 


Potansiyel müvekkil adayları genellikle, avukat ile görüşmeye geldiğinde, sağlıklı düşünebilecek durumda değildirler. İçinde bulunduğu hukuki problem, kendisinde doğal olarak can sıkıntısı, kızgınlık, kırgınlık, şaşkınlık, panik hali gibi durumlar yaratır. 


Avukatın, hukuk bilmesi yetmez, insan psikolojisinden de anlaması gerekir. Müvekkil adayına psikolojik destek hizmeti sunmaktan bahsetmiyoruz. Siz, avukat olarak müvekkilinizin talepleriyle bağlısınız. Bunun dışına çıkmanız mümkün değil. Müvekkilinizin de taleplerinin sağlıklı olabilmesi için, öncelikle sizle yapacağı görüşmede kendisini güvende hissetmesini, tamamen yok olmasa da, içinde bulunduğu öfke, kızgınlık gibi ruh hallerinden sıyrılmasını sağlamalısınız. Mevcut durumdan zarar göreceği düşüncesiyle panik halinde size derdini anlatması ile, mantıklı düşünerek ve daha sakin bir kafayla ve tüm detaylarıyla olayı anlatması, hem soruna çözüm için izlenecek yolun seçimini bulmada size büyük kolaylık sağlayacak, hem de öfke, panik ve benzeri bir ruh haliyle alınabilecek hatalı kararların önüne geçilebilecektir. Siz avukat olarak, "Ben taleple bağlıyım" diyemezsiniz. 


Eğer amacınız gerçekten müvekkilinizin menfaatlerini korumaksa, buna, hemen dava açarak değil, ileride olası bir dava kaybı durumunda uğranabilecek kayıpları da masaya yatırarak müvekkilin menfaatlerini koruyarak da başlayabilirsiniz. 


İnsanların gözünde iyi bir avukat imajınızın olup olmadığını merak ediyorsanız, eski müvekkillerinizden kaçının size ikinci kez iş getirdiğine veya yakın çevrelerinden birine sizi referans verdiğine bakın. Eğer gidenler geri gelmiyorsa veya sizi referans vermiyorsa, o zaman kendinizi oturup sorgulamanız gerekiyor . 


Avukat olarak göreviniz sıkıntı çözmek. Ancak nasıl ki her hastalığın çaresi yoksa, her hukuki problemin de çözümü yoktur. Müvekkil adayının sıkıntısının, eldeki mevcut delillerle çözülemeyeceği, davanın aleyhe sonuçlanacağı kanaatindeyseniz, vekalet ücreti almak adına sakın ola işi almaya kalkmayın. Mesleğe yakışır biçimde hukuki mütalaanızı yapın. Aleyhe sonuçlanması durumunda, bunun müvekkil adayına nelere malolacağı konusunda kendisini bilgilendirin. 


Sizin umut görmeyip almadığınız işi, "hallederiz" diyerek alacak avukatlar da olacaktır. Müvekkil adayını bu durum hakkında uyarın. Sizin davayı kaybetme nedeni olarak tespit ettiğiniz noktaları müvekkil adayına özellikle vurgulayın ki, sizden sonra danışacağı avukata bu hususlarda nasıl çözüm üreteceği konusunda sorular sorması, tatmin edici cevap alamaması halinde "hallederiz" lafına itibar etmemesi yönünde telkinde bulunun. 


İnsan psikolojisinden anlamak, sadece müvekkiliniz için değil, mahkeme kalemlerinde, icra müdürlüklerinde ve sair iş yapacağınız resmi kurumlarda oldukça işinize yarayacaktır. Binlerce dava - icra dosyası altında resmi prosedürden bunalmış adliye personeline göstereceğiniz güler yüz, kuracağınız sıcak ilişkiler, işinizin olası süresini tahmininizden daha da kısaltacaktır. 


Adliye personeli üzerinde avukat etiketinizi kullanıp otorite kurmaya kalkışmayın. Onlar her gün sizin gibi yüzlercesiyle karşılaşıyorlar. Bu noktada yapmanız gereken öncelikle, tebessüm etmek, karşınızdakini insan yerine koyup selam vermek olmalıdır. Böylece işlemlerinizinde daha kısa sürede hallolduğunu göreceksiniz .


Kaynak: http://www.hukukbilgim.com/2015/08/psikoloji-bilgisi-ve-avukatlk.html

Satranç ve Avukatlık








Satrançtaki temel amaç, rakip şahı mat etmektir. İstisnaları saymazsak, satranç iki tarafın savaşını temsil eden bir oyundur. Taraflar, bu savaşı kazanmak için savaş alanında (64 karelik satranç tahtası) çarpışır. Ya bir taraf oyundan galip ayrılır, ya da oyun berabere biter. 



Satrançta taraflar, beyaz ve siyah renkli taşlarla birbirinden ayrılır. Taşlar tahtada karşılıklı olarak konumlanır ve beyaz taraf rakibini yenmek için ilk hamlesini yapar. Oyuncuların kuvvet dereceleri, özel bir puanlama yöntemiyle belirlenir. 

Başlıktaki konuya gelecek olursak; avukatlık ve satranç oyunu arasında benzerlikler bulmak gayet mümkün. Davacı, davalı ve avukatlarını, oyundaki taraflar olarak görebiliriz. 

Satrançta kazanabilmek için savaş alanındaki durumlar gözlenir, ve ona göre en uygun strateji veya stratejiler belirlenir. 

Davalarda da durumları değerlendirmek ve ona göre davranmak gerekir. Tarafların uygulayacağı stratejiler, sonucu mutlaka etkileyecektir. Eğer bir tarafın, daha dava başlamadan, davadan büyük ihtimalle kazançla ayrılacağı ortadaysa, bu tarafı satrançtaki kuvvet derecesi yüksek oyuncuya benzetebiliriz. 

1700 puanlı kişinin, 2700 puanlı kişiyi yenebilme ihtimali oldukça düşüktür. Oyuncunun antrenmanları, oyun tecrübeleri ve yeteneği, kuvvetine mutlaka yansır. Aynı şekilde avukatın eğitiminin, tecrübesinin ve sözel yeteneğinin, tarafın kuvvetini arttıracağı aşikardır. 

Tarafların davadan vazgeçmesini, oyundaki beraberliğe benzetebiliriz. Satranç oyununda 3 evre vardır. Bu evreler açılış, oyun ortası ve oyun sonudur. Genelde açılış aşamasında taşlar uygun şekilde konumlandırılarak geliştirilir ve gerekiyorsa şah güvenli bir noktaya alınır. 

Oyuncular kendi oyun stiline uygun açılışlar üzerine odaklanır. Genelde maç öncesi rakiplerinin daha önceden kullandığı açılışları ve oyun stilini inceleyerek, bu açılışlara uygun açılış hazırlığı yaparlar.  

Avukatlar da tıpkı bir satranç oyuncusu gibi bir dava süreci öncesi hem dava konusu hem de karşı taraf avukatı ile ilgili araştırma ve çalışmalar yapar. İçtihat ve mevzuatları inceler ve bu doğrultu da dava dilekçesini hazırlayarak, dava sürecini başlatır. Davada ki tarafına göre ( davacı, davalı  ve benzeri ) stratejisini belirler. 

Satranç ve avukatlık bir çok anlamda bir birine benzerlik gösterir. Bir çok avukatın aynı anda mükemmel bir satranç oyuncusu olduğunu, hukuk bürolarında özel satranç takımlarının bulunduğunu, sizde duymuş veya görmüş olabilirsiniz. 

Yazımızda da değinilen metaforlar göz önünde bulundurulduğunda, başarılı avukatların aynı anda iyi birer satranç oyuncusu olduğunu rahatlıkla dile getirebiliriz. Kaynak: microdestek.com.tr

29 Ağustos 2015 Cumartesi

3.700 Yıl Öncesine Ait Kanunlar – Hammurabi Kanunları

Büyük bir kısmı bozulmadan günümüze ulaşmayı başarabilmiş olan ve tarihin en eski yazılı kanunlarından biri kabul edilen Hammurabi Kanunları, M.Ö 1728-M.Ö 1686 yılları arasında yaşamış olan Babil Kralı Hammurabi tarafından yazılmıştır. Hammurabi, bu kanunları, kendisine yazdıranın, güneş tanrısı Samaş olduğunu söylemiştir. 

Hammurabi Kanunları’nın yazılı olduğu stel, Arkeolog Jean Vincent Scheil tarafından 1901 yılında Mezapotamya’da bulunmuştur. Paris’in Louvre müzesinde sergilenen stel üzerinde, 282 kanun maddesi yeralmaktadır. Akatça dilinde ve çivi yazısı ile yazılmış olan kanun maddelerinden 66’dan 99. maddeye kadar olan kısım (33 madde) okunamayacak durumdadır. 13 sayısı uğursuz kabul edildiği için, 13. madde boştur. Diğer maddeler ise aile hukukundan ceza hukukuna, kölelikten mülkiyete kadar, farklı hukuk dallarında oldukça ağır müeyyideler içermektedir.


 Hammurabi Kanunlarında,“lex talionis” yani göze göz, dişe diş ilkesinin hakim olduğu göze çarpmaktadır. Hititler’in, Babil’i yağmalayıp zenginliklerine el koymaları üzerine Hammurabi’nin krallığı son bulmuş ise de, M.Ö 5’inci yüzyılda bile yani Hammurabi’nin ölümünden bin yıl sonra dahi Hammurabi’nin kanunlarının bölgedeki bir çok kavim tarafından taş tabletlere yazılıp, uygulanmaya çalışıldığı bilinmektedir.





İşte yaklaşık 3 bin 700 yıl öncesine ait birbirinden ilginç maddeler içeren Hammurabi Kanunları… 

1. Bir kimse, bir diğerini esir eder ve onu köle ilan eder; fakat bunu kanıtlayamazsa o zaman esir eden kişi ölümle cezalandırılır. 


2. Bir kimse, bir adam hakkında bir suçlamada bulunur ve suçlanan kişi ırmağa gidip ırmağın üzerinden atlar da batarsa, suçlayan kişi onun evine sahip olur; ama ırmak suçlanan kişinin suçlu olmadığını kanıtlar ve o kişi canı yanmadan kurtulursa o zaman onu suçlayan kişi ölümle cezalandırılır ve ırmağı atlayan kişi kendisini suçlayanın evine sahip olur. 


3. Bir kimse büyüklerinin huzurunda bir suç iddia eder ve yaptığı suçlamayı kanıtlayamazsa iddia ettiği büyük bir suç ise ölümle cezalandırılır. 


4. O kimse büyüklerini tahıl ya da para cezasına hükmetmeyi başarırsa o fiilden dolayı ödenen cezayı alır. 


5. Bir yargıç bir davaya bakıp bir karara varırsa hükmünü yazılı olarak sunar. Daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa o zaman davada onun tarafından kararlaştırılan para cezasının on iki katını öder ve halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz. 


6. Bir kimse tapınağın ya da mahkemenin eşyasını çalarsa ölümle cezalandırılır ve ondan çalınmış malları alan kişi de ölümle cezalandırılır. 


7. Bir kimse, tanık ya da yazılı bir anlaşma yokken başka bir adamın oğlundan ya da kölesinden gümüş ya da altın, erkek ya da kadın köle, öküz ya da koyun, eşek ya da başka bir şey satın alırsa ya da ücretini ödeyerek kiralarsa hırsız addolunur ve ölümle cezalandırılır. 


8. Biri sığır ya da koyun ya da eşek ya da domuz ya da keçi çaldığında, eğer o çaldığı şey tanrı’ya ya da mahkemeye aitse hırsız otuz katını öder, eğer kralın özgür bir vatandaşına aitse on katını öder, eğer hırsızın ödeyecek bir şeyi yoksa ölümle cezalandırılır. 


9. Bir kimse bir eşyasını kaybedip ve onu bir başkasının zilyetliğinde bulduğunda, eşyanın zilyedi olan kişi “bunu bana bir tacir sattı. onun parasını tanıklar huzurunda ödedim” derse ve eşyanın maliki: “mülkiyetin bana ait olduğunu bilen tanıklar getireceğim“ derse o zaman eşyayı satın alan kişi ona eşyayı satan taciri ve huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirir, malik de onun mülkiyetini tanıyabilen tanıklar getirir. yargıç hem huzurunda ödeme yapılan tanıkların hem de kayıp eşyayı tanıyan tanığın yeminli ifadelerini muhakeme eder. bu durumda satıcının hırsız olduğu kanıtlanmış olur ve ölümle cezalandırılır. kayıp eşyanın maliki malını geri alır ve onu satın almış olan da satıcıya ödemiş olduğu parayı geri alır. 


10. Eğer satın alan kişi satıcıyı ve de huzurunda eşyayı satın aldığı tanıkları getirmezse ama malın sahibi eşyayı tanıyacak tanıklar getirirse o zaman satın alan hırsızdır ve ölümle cezalandırılır ve malik de kayıp eşyasını geri alır. 


11. Eğer malik kayıp eşyayı tanıyacak tanıklar getirmezse o kötü niyetlidir, iftira atmıştır ve ölümle cezalandırılır. 


12. Eğer tanık bulunamıyorsa yargıç azami sekiz ay olmak üzere bir süre tanır. sekiz aylık süre içinde tanık ortaya çıkmamışsa suçludur ve henüz karara bağlanmamış davadaki para cezasını üstlenir. 


13. – 13 rakamı uğursuz sayıldığından 13. madde yoktur 


14. Bir kimse bir diğerinin reşit olmayan çocuğunu çalarsa ölümle cezalandırılır. 


15. Bir kimse mahkemenin erkek ya da kadın kölesini ya da özgür bir adamın erkek ya da kadın kölesini şehir kapılarının dışında alırsa ölümle cezalandırılır. 


16. Bir kimsenin evine mahkemenin ya da özgür bir adamın kaçak erkek ya da kadın kölesi gelir de o kişi köleyi vekilharça getirip durumu bildirmezse evin sahibi ölümle cezalandırılır. 


17. Bir kimse açık alanda kadın ya da erkek bir kaçak köle bulursa ve onu efendisine getirirse kölenin sahibi ona iki şikel gümüş ödeyecektir. 


18. Eğer köle efendisinin adını söylemezse onu bulan kişi saraya getirecektir; daha fazla araştırma yapıldıktan sonra efendisine geri götürülecektir. 


19. Eğer köleleri evinde tutar da onlar orada yakalanırlarsa evin sahibi ölümle cezalandırılır. 


20. Eğer yakaladığı köle ondan kaçarsa o zaman kölenin sahibine yemin verir ve tüm suçlamalardan kurtulur. 


21. Bir kimse bir eve girecek delik açarsa o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür. 


22. Bir kimse soygun yaparken yakalanırsa ölümle cezalandırılır. 


23. soyguncu yakalanamazsa, soyulan kişi zararının miktarını yemin ederek söylerse o zaman soygunun yapıldığı yerin ya da toprakların ya da mekanın sahibi olan kişi ya da topluluk çalınan mallarını tazmin eder.


24. Eğer insan çalınmışsa topluluk ve … onun akrabaların bir mina gümüş öder. 


25. Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa kendisi de aynı ateşe atılır. 


26. Savaşmak için kralın seferine katılması emrolunan bir subay ya da bir er sefere katılmaz da paralı asker tuttuğu takdirde bedelini kendi uhdesinde tutuyorsa o yetkili ya da er ölümle cezalandırılır ve onu temsil eden kişi onun evine sahip olur. 


27. Bir subay ya da er savaşta kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve onun arazileri ve bahçesi başkasına verilir ve verilen kişi onlara sahip olursa, esir olan geri dönüp kendi yerine vardığı takdirde arazisi ve bahçesi ona iade edilir ve o bunlara tekrar sahip olur. 


28. Bir subay ya da er kralın talihsizliğine uğrarsa (esir düşerse) ve oğlu onun varlıklarının sahipliğini üstlenebilecek durumda ise o zaman arazi ve bahçe ona verilir ve o babasının ücretine de hak kazanır. 


29. Eğer esir düşenin oğlu henüz gençse ve sahipliği üstlenebilecek durumda değilse arazi ve bahçenin üçte biri onun annesine verilir ve annesi onu yetiştirir. 


30. Bir kabile reisi ya da bir adam evini, bahçesini ya da arazisini terk eder ve ücret karşılığı kiraya verirse ve başka biri onun evinin, bahçesinin ve arazisinin zilyedi olursa ve onları üç yıl süresince kullanırsa onların ilk sahibinin geri dönüp evini, bahçesini ve arazisini geri istemesi halinde ona geri verilmez ve onların zilyedi olan ve kullanan kişi onları kullanmaya devam eder. 


31. Eğer onları bir yıllığına kiralar ve bir yıl sonra geri dönerse evi, bahçesi ve arazisi ona geri verilecek ve onlara tekrar sahip olacaktır. 


32. Bir kabile reisi ya da bir adam savaşta ele geçirilir ve bir tüccar onların özgürlüğünü satın alırsa ve onları saraya geri getirirse kendi evinde özgürlüğünü satın almaya yetecek araçlarının olması halinde kendisinin özgürlüğünü satın alır; evinde kendi özgürlüğünü satın almaya yetecek hiçbir şey yoksa kendi topluluğunun mabedi tarafından özgürlüğü satın alınır; onun özgürlüğünü satın almak için tapınakta bir şey yoksa mahkeme onun özgürlüğünü satın alır. arazisi, bahçesi ve evi özgürlüğünü satın almak için verilemez. 


33. Bir … ya da bir …. kendisini kralın seferinden vazgeçmiş sayarsa ve kendi yerine geçecek birini gönderir ama onu da geri çekerse … ya da … ölümle cezalandırılır. 


34. Bir … ya da bir … bir kaptanın malına zarar verirse, kaptana zarar verirse ya da kralın kaptana sunduğu hediyeyi götürürse o zaman … ya da … ölümle cezalandırılır. 


35. Her hangi bir kişi kralın kabile reislerine hediye ettiği sığırı ya da koyunu satın alırsa parasını kaybeder. 


36. Bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiraladığı arazisi, bahçesi ve evi satılamaz. 


37. Her hangi bir kimse bir kabile reisinin, bir adamın ya da bir tebaanın kiradaki arazisini, bahçesini ya da evini satın alırsa onun satış sözleşmesi tableti kırılır (geçersiz ilan edilir) ve parası yanar. arazi, bahçe ve ev sahibine geri verilir. 


38. Bir mülkün kirasının ödeyerek başka her türlü yükümlülükten muaf olma hakkına sahip olan bir kabile reisi, adam ya da tebaa tarlası, evi ve bahçesi üzerindeki bu imtiyazını karısına ya da kızına devredemez; borcuna karşılık veremez. 


39. Ancak, satın aldığı bir tarlayı, bahçeyi ya da evi karısına ya da kızına devredebilir, onların mülkiyetine katabilir veya borcuna karşılık olarak verebilir. 


40. Tarlasını, bahçesini ve evini bir tüccara ya da başka bir kamu görevlisine satabilir, alıcı ise tarlayı, evi ve bahçeyi yararlanma hakkı karşılığında elinde tutabilir. 


41. Bir bir subayın ya da erin ya da itibari kiracının arazisindeki, bahçedesindeki ya da evindeki bir çitte çakılmış kazıklar bulunuyorsa; o subay, er ya da kiracı araziye, bahçeye ve eve döndüğünde kendisine verilmiş olan kazıklar onun malı olur. 


42. Bir kimse işlemek üzere bir tarlayı teslim alır ve o tarladan hiçbir mahsul elde edemezse bu onun tarlada çalışmadığını ispatlar ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı tarla sahibine teslim etmelidir. 


43. Eğer tarlayı işlemeyip nadasa bırakmışsa komşularının ki kadar tahılı tarla sahibine verecektir ve nadasa bıraktığı tarlayı sabanla sürüp tohum ektikten sonra sahibine iade edecektir. 


44. Bir kimse çorak bir araziyi ekilebilir bir hale getirmek için teslim almış; ancak, tembellik yaparak o araziyi ekilebilir bir hale getirmemişse dördüncü yılda araziyi sabanla sürmeli, tırmıklamalı ve çift sürmeli ve ondan sonra sahibine geri vermeli ve ayrıca on gan (bir arazi ölçüm birimi)’lık bir arazi için on gur (bir ölçü birimi) tahılı arazi sahibine vermelidir. 


45. Bir kimse tarlasını sabit bir kira karşılığı ziraat için kiralıyor ve kira bedelini de alıyorsa; ancak, havaların kötü gitmesi nedeniyle ürün yok oluyorsa zarar toprağı işleyene aittir. 


46. Tarladan sabit bir kira almaz ve ürünün yarısı ya da üçte biri karşılığı kiralarsa tarladan elde edilen mahsul mal sahibi ile araziyi işleyen arasında orantılı olarak taksim edilir. 


47. İlk yıl ürün almada başarılı olamadığı için başkalarınca işlenen bir tarlayı teslim alırsa ilk tarlanın sahibi itiraz edemez, tarla işlenir ve anlaşmaya göre mahsulü toplanır. 


48. Bir kimse borçlanmışsa ve bir fırtına tahılları yere yatırmış ya da hasat başarılı olamamışsa veya susuzluktan tahıllar büyüyememişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez; borç tabletini suda yıkar ve o yıl için hiçbir kira ödemez. 


49. Bir kimse bir tüccardan para alır ve tüccara susam ya da mısır ekilebilen bir tarlayı verir ve tarlaya susam ya da mısır ekilmesini sipariş ederse ve yetiştirici tarlaya susam ve mısır ekerse hasat edilen susamlar tarla sahibine aittir ve tarla sahibi tüccardan aldığı para ve yetiştiricinin geçimini sağlamak için tüccara mısır ile ödemede bulunur. 


50. Ekili bir mısır ya da susam tarlası verilirse tarladaki mısır ve susamlar tarla sahibine aittir ve kira olarak tüccara para ile ödeme yapar. 


51. Ödeme için hiç parası yoksa o zaman kraliyet tarifesine göre tüccardan aldığına karşılık kira olarak para yerine susam ya da mısır ile ideme yapar. 


52. Ekinci araziye mısır ya da susam ekmezse, borçlunun mukavelesine halel gelmez. 


53. Bir kimse su bendini uygun koşullarda tutmaz ve bakımını yapmaz ve bu nedenle bend yıkılır ve tarlalar su altında kalırsa, o zaman barajı yıkılan kişi para karşılığı satılır ve elde edilen para harap olmasına yol açtığı mısırın karşılığı olarak verilir. 


54. Eğer bu mısırların karşılığı olarak yeterli gelmiyorsa malları da mısırları sular altında kalan çiftçiler arasında paylaştırılır. 


55. Bir kimse mısırlarını sulamak için ark açarsa; ancak, dikkatsizliği nedeniyle sular komşusunun tarlasını basarsa o zaman komşusunun mısır kaybını öder. 


56. Bir kimse suyun önünü açar ve komşusunun arazisinde su taşkınına yol açarsa her on gan’lık arazi için on gur mısır ödemelidir. 


57. Bir çoban, arazi sahibinin izni ve koyunların sahibinin bilgisi olmaksızın otlamaları için koyunların tarlalara girmesine izin verirse, o zaman tarla sahibi mahsulünü hasat eder ve tarla sahibinin izni olmaksızın sürüsünü tarlada otlatan çoban her on gan’lık arazi için 20 gur’luk mısırı tarla sahibine öder. 


58. Sürü otlamayı bıraktıktan ve şehrin kapısında ortak sürüye katıldıktan sonra her hangi bir çoban onların tarlaya girmesine müsaade eder ve onları orada otlatırsa bu çoban otlatmaya müsaade ettiği tarlanın zilyedi olur ve hasatta her on gan’lık arazi için 60 gur mısır öder. 5


9. Bahçe sahibinin izni olmaksızın her hangi bir adam bir ağacı kesip bahçeye devirirse yarım mina para öder. 


60. Her hangi bir kimse bir tarlayı bahçıvana bahçe haline getirmesi için bırakırsa ve o da bahçede çalışıp dört yıl süre ile bahçeye bakarsa beşinci yılda bahçıvan ile bahçenin sahibi bu bahçeyi ikiye bölerler ve bahçe sahibi kendi payını alır. 


61. Bahçıvan bahçenin bir kısmını hiç kullanılmamış bir vaziyette bırakarak tarlayı bahçe haline getirmeyi tamamlamamışsa işlenmemiş kısım onun payı olarak tahsis edilir. 


62. Bahçe olarak ona verilen tarlayı ekip biçmiyorsa ve ekilebilir (mısır ya da susam) bir arazi ise, komşu tarladaki ürünlere göre, nadasa bıraktığı yıllar süresince tarladan elde edilecek mahsulü arazi sahibine verir ve tarlayı ekilebilir konuma getirdikten sonra sahibine iade eder. 


63. Çorak arazileri ekilebilir hale getirdikten sonra sahibine geri verirse tarla sahibi ona bir yıl için on gan başına on gur öder. 


64. Her hangi bir kişi bahçesini bir bahçıvana işlemesi için devrederse bahçıvan bahçenin mülkiyetine sahip oluncaya dek bahçe sahibine bahçede üretilen ürünlerin üçte ikisini verir. 


65. Eğer bahçıvan bahçeyi işlemezse ve bahçedeki mahsul perişan olursa, bahçıvan komşu bahçelerdeki ürünle orantılı olarak ödemede bulunur. 


66-99 (burada paragrafın dörtte üçüne karşılık gelen bir kısım kayıptır.) 


100. …..aldığı paraya göre faiz verir ve bunu yazılı olarak bildirir ve de uzlaştıkları gün tacire ödeme yapar. 


101. Gittiği ülkelerle ticaret anlaşması yoksa kazandığı bütün parayı tüccara vermek amacıyla simsara bırakacaktır. 


102. Bir tüccar yatırım için bir miktar parayı simsara emanet ederse ve simsar gittiği yerde bir miktar zarar ederse ana parayı tüccara vermek zorundadır. 


103. Seyahatte iken düşmanlar sahip olduğu her şeyi ondan alırlarsa simsar tanrı adına yemin eder ve yükümlülükten kurtulur. 


104. Bir tüccar nakletmesi için simsara mısır, yün, yağ veya başka bir mal verirse aracı aldığı miktarı belirten bir makbuzu tüccara vermelidir. bundan sonra tüccara verdiği para için de ondan bir makbuz alır. 


105. Simsar dikkatsiz ise ve tüccara verdiği para için bir makbuz almamışsa faturalanmamış parayı kendi parası olarak sayamaz. 


106. Simsar tüccardan parayı teslim alırsa; ancak, tüccarla arasında bir anlaşmazlık varsa (makbuzu reddediyorsa) o zaman tüccar tanrı ve parayı simsara verdiğine tanıklık eden şahitlerin huzurunda yemin eder ve simsar toplam meblağın üç katını ona öder. 


107. Eğer tüccar simsarı aldatırsa, yani simsar kendisine verilen her şeyi geri getirdiği halde, tüccar kendisine geri verilen şeylere ilişkin makbuzu inkar ediyorsa o zaman simsar tüccarı yargıçlar ve tanrı önünde suçlar ve simsarın kendisine verdiği şeyleri aldığını hala inkar ederse simsara toplam meblağın altı katını öder. 


108. Bir meyhaneci (kadın) içilen içkinin bedeli olarak brüt ağırlığına göre mısır kabul etmiyorsa ve para alıyorsa ve içki için aldığı para mısırın değerinden daha az ise tutuklanır ve suya atılır. 


109. Komplocular bir tavernacının evinde buluşurlarsa ve bu komplocular yakalanmamış ve mahkemeye teslim edilmemişlerse tavernacı ölümle cezalandırılır. 


110. Eğer bir ….. 


111. (okunaksız) 


112. Bir kimse seyahate çıkar ve başka birisine gümüş, altın, değerli taşlar veya başka her hangi bir taşınır mal emanet ederse ve ondan tekrar geri almayı isterse ve emanet edilen kişi bütün malları belirlenen yere getirmez ve tam aksine onları kendisi kullanırsa o zaman malları geri getirmeyen bu kişi mahkum edilir ve kendisine emanet edilen her şeyin beş katını öder. 


113. Her hangi bir kişinin para veya mısır sevkıyatı varsa ve onları sahibinin bilgisi olmaksızın bir tahıl ambarından ya da bir kutudan almışsa; bu durumda sahibinin bilgisi olmaksızın tahıl ambarından mısırı ya da kutudan parayı alan kişi mahkum edilir ve aldığı mısırı geri öder. ve ödediği komisyonu kaybeder. 


114. Eğer para veya mısır karşılığında bir hak talep etmez ve güç kullanarak hakkını almaya kalkışırsa her bir olay için bir mina (yarım kilo)’nın üçte biri kadar gümüş verir. 


115. Bir kimsenin diğerinden para veya mısır alacağı varsa ve onu buna karşılık hapsetmişse ve mahkum hapishanede doğal yollardan ölmüşse olay kapanır. 


116. Eğer bir esir hapisteyken darbelerden dolayı ya da kötü muameleden dolayı ölürse esirin efendisi taciri yargıçın önünde mahkum ettirir. eğer esir özgür doğmuş bir kimse idiyse tacirin oğlu ölümle cezalandırılır; eğer köle idiyse tacir üçte bir mina altın ve efendinin esir için verdiği ücreti geri verir. 


117. Eğer her hangi bir kişi borcunu ödeyemezse ve para için kendisini, karısını, oğlunu ya da kızını satarsa veya zorla çalıştırılmalarına izin verirse onları satın alan adamın ya da mal sahibinin evinde üç yıl süresince çalışırlar ve dördüncü yılda özgür bırakılırlar. 


118. Zorla çalıştırılmaları için kadın ya da erkek bir köleyi vermeleri halinde tüccarın bunları kiraya vermesi ya da para ile satması durumunda buna itiraz edilebilir. 


119. Bir kimse borcunu ödemekte başarısız olursa ve kendisine bir çocuk doğuran kadın hizmetçiyi para karşılığı satarsa tüccarın ona ödediği para köle sahibine geri verilir ve kadın hizmetçi özgür bırakılır. 


120. Herhangi bir kişi diğer bir kişinin evinde muhafaza için mısırlarını depolamışsa ve depolanan mısırlara her hangi bir zarar gelmişse ya da evin sahibi tahıl ambarını açmış ve bir miktar mısır almışsa veya özellikle mısırların kendi evinde depolandığını inkar ediyorsa; o zaman, mısırların sahibi tanrı’nın huzurunda (yeminle) hak iddia eder ve ev sahibi aldığı bütün mısırları sahibine geri verir. 


121. Her kim ki başkasının evinde mısırlarını depolar her yıl için her beş ka mısır başına bir gur oranında ardiye ücreti öder. 


122. Bir kimse başkasına saklaması için gümüş, altın ya da başka bir şey verirse verdiği her şeyi birkaç şahide göstermelidir, bir sözleşme hazırlanmalıdır ve ondan sonra saklanması için teslim edilmelidir. 


123. Eğer şahit ve sözleşme olmaksızın saklanması amacıyla teslim ediliyorsa ve teslim alan kişi bunu inkar ediyorsa o zaman yasal olarak talep edebileceği bir hak yoktur. 


124. Eğer her hangi bir kişi gümüş, altın ya da başka bir şeyi şahitler huzurunda saklanması için birisine teslim eder de teslim edilen kişi bunu inkar ederse bu kişi bir hakimin huzuruna çıkarılmalı ve inkar ettiği her şeyi sahibine tam olarak geri vermelidir. 


125. Bir kimse mallarını muhafazası için başka birine bırakırsa ve hırsız ya da soyguncular sayesinde onun ve diğer adamın malları ortadan kaybolursa ihmali nedeniyle kaybın oluşmasına yol açan evin sahibi ücret karşılığında kendisine teslim edilen bütün malları tazmin eder. ancak, evin sahibi malların peşine düşerek onları hırsızlardan geri alabilir. 


126. Mallarını kaybetmeyen bir kişi kaybettiğini belirtiyor ve yanlış iddialarda bulunuyorsa; onları kaybetmemiş olsa bile eğer tanrı huzurunda mallarını kaybettiğini miktarı ile birlikte iddia ediyorsa kaybettiğini iddia ettiği bütün malları tazmin edilir. 


127. Eğer her hangi bir kişi rahibelere (tanrı’nın kız kardeşlerine) yada her hangi bir kişinin karısına iftira atarsa ve bunu ispat edemezse bu adam hakim huzuruna çıkarılır ve alnı işaretlenir (derisi çizilerek ya da belki de saçı kesilerek). 


128. Bir adam bir kadını karı olarak alır; ancak, aralarında her hangi bir ilişki söz konusu olmazsa bu kadın o adamın karısı olmaz. 


129. Bir adamın karısı başka bir adam ile basılırsa (suçüstü halinde) her ikisi de bağlanır ve suya atılır; ancak, koca karısını, kral da kölelerini affedebilir. 


130. bir kişi, henüz erkek olarak bilinmeyen, hala babasının evinde yaşayan ve onunla uyuyan başka bir adamın karısına (nişanlı ya da çocuk annesi) tecavüz ederse ve bu adam öldürülür; ancak kadın masumdur. 


131. Bir adam başka birisinin karısını itham ederse; ancak, o kadın başka bir adamla basılmazsa kadın yemin etmek zorundadır ve ancak ondan sonra kendi evine dönebilir. 


132. Bir adamın karısının başka bir adam ile ilgili olarak dedikodusu yapılırsa; ancak, kadın diğer adamla uyurken yakalanamazsa kadın kocası için nehre atılır. 


133. Bir kimse savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olduğu halde karısı evini ve bahçesini terk edip başka bir eve giderse; bahçesine bakmadığı ve başka bir eve gittiği için yasal olarak suçlu bulunur ve nehre atılır. 


134. Bir kimse savaşta esir alınırsa ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve bu durumda karısı evini terk edip başka bir eve giderse masumdur. 


135. Bir kimse savaşta tutsak edilirse ve evinde geçimi sağlayacak şeyler olmazsa ve karısı başka bir eve giderek orada çocuklarına bakarsa ve kocası geri geldiğinde evine dönerse, o zaman kadın evine geri dönebilir; ancak, çocuklar babalarına ait olur. 


136. Bir kimse evinden ayrılırsa, kaçarsa bu kaçağın karısı kocasına geri dönmeyebilir. 


137. Bir adam kendisine bir çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklara verilenlerden bir parça, oğlanınkine eşit olan bir parça da ona verilir. ondan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir. 


138. Bir adam kendisine çocuk vermeyen karısından ayrılmak isterse ona babasının evinden getirdiği çeyizi ve başlık parasını verir ve ondan sonra onun gitmesine izin verir. 


139. Başlık parası yoksa ayrılma parası olarak yarım kilo altını ona vermelidir. 


140. Eğer adam azat edilmiş bir köle ise yarım kilonun üçte biri kadar altın verir. 


141. Bir adamın birlikte yaşadığı karısı onu terk etmek isterse, borç altına sokarsa, evini virane haline getirirse ve kocasını ihmal ederse yargı kararıyla suçlu bulunur. kocası onun serbest kalmasını teklif ederse kendi yoluna gider ve ayrılma parası olarak kadına hiçbir şey ödemez. kocası onun serbest kalmasını istemezse ve başka bir kadın alırsa kocasının evinde hizmetçi olarak kalır. 


142. Bir kadın kocası ile kavga ederse ve ona “benim için uygun biri değilsin” derse bu peşin hükmünün nedenlerini ileri sürmek zorundadır. eğer kadın suçsuzsa ve onun payına düşen bir hatası yoksa; buna karşılık kocası onu terk etmiş ve ihmal etmişse, o zaman bu kadına hiçbir suç ithaf edilemez, çeyizini alır ve babasının evine geri döner. 


143. Eğer kadın masum değilse ve buna rağmen kocasını terk etmiş, evine bakmamış ve kocasını ihmal etmişse bu kadın suya atılır. 


144. Bir adam bir kadın alır da bu kadın ona bir kadın hizmetçi verirse ve çocuklarına bakarsa; ancak buna rağmen adam başka bir kadın almak isterse ona izin verilmez; bu adam ikinci bir kadın alamaz. 


145. Bir adam bir kadını alır da kadın hiçbir çocuğa bakmazsa ve bu durumda adam başka bir kadın almak isterse ve o kadını alıp evine getirirse bu ikinci kadın karısı ile eşit düzeyde olmasına izin verilmez. 


146. Bir adam bir kadın alır da bu kadın ona karılık yapsın diye bir kadın hizmetçi verir ve çocuklarına da bakarsa ve ondan sonra bu hizmetçi kadın onun karısı ile eşit olmak isterse ona çocuk doğurduğu için onun efendisi para karşılığı satamaz; ancak, onu kadın hizmetçiler arasında addederek ve bir köle olarak tutabilir. 


147. Eğer ona bir çocuk vermemişse o takdirde onun hanımı onu para karşılığı satabilir. 


148. Bir adam bir kadın alır da kadın hastalığa yakalanırsa ve adam ikinci bir kadın almak isterse hastalığa yakalanan karısını boşayamaz; bunun yerine onu inşa ettiği bir eve yerleştirir ve yaşadığı sürece ona yardım eder. 


149. Bu kadın kocasının evinde kalmak istemezse babasının evinden getirdiği çeyizi tazmin edilir ve kadın gidebilir. 


150. Bir adam karısına bir tarla, bahçe ve ev ile bunlara ait bir vesika verirse ve kocasının ölümünden sonra oğulları buna itiraz etmezlerse, o zaman anne tercih ettiği oğullarından birine mirasının tümünü bırakabilir ve kardeşlerine hiçbir şey bırakmayabilir. 


151. Bir adamın evinde yaşayan bir kadın kocasıyla hiçbir alacaklının onu tutuklayamayacağına dair bir anlaşma yapar ve buna ilişkin bir belge alırsa bu kadınla evlenmeden önce adamın borcu varsa alacaklı borca karşılık kadını alamaz. adamın evine girmeden önce kadın bir borç sözleşmesi yapmışsa alacaklı da bu borç için kocayı alıkoyamaz. 


152. Kadının eve girmesinden sonra her ikisi birlikte bir borcun altına girmişlerse her ikisi de tüccara borcu ödemek zorundadır. 


153. Bir kadın başka bir adamın hesabına her ikisinin eşlerini öldürürse suça katılın çiftlerin her ikisi de kazığa oturtulur. 


154. Bir adam kendi kızıyla ensest ilişki içine girerse bulunduğu yerden sürülür. 


155. Bir kişi bir kızı kendi oğlu ile nişanlarsa ve oğlu da o kızla ilişkiye girerse ve bundan sonra baba kızı kirletirse ve birlikte basılırlarsa baba bağlanarak suya atılır. 


156. Bir kişi bir kızı kendi oğlu ile nişanlarsa ve oğlu o kızla ilişkiye girmeden babası kızı kirletirse yarım mina (250 gr) altın verir ve kızın babasının evinden getirdiği her şeyi tazmin eder. kız ise gönlünün erkeği ile evlenebilir. 


157. Her hangi bir kişi babasından sonra annesi ile ensest ilişki suçunu işlerse her ikisi de yakılır. 


158. Her hangi bir kişi babasından sonra çocuk doğuran şef anne ile basılırsa babasının evinden kovulur. 


159. Kayınpederinin evine menkul mal getiren ve başlık parasını ödeyen her hangi bir kişi başka bir karı ararsa ve kayınpederine “senin kızını istemiyorum” derse kızın babası onun getirdiği her şeyin sahibi olur. 


160. Bir kimse kayınpederinin evine taşınır mal getirir ve karısı için başlık parası öderse ve ondan sonra kızın babası “sana kızımı vermeyeceğim” derse kendisi ile birlikte getirdiği her şeyi geri götürür. 


161. Bir kimse kayınpederinin evine taşınır mal getirir ve karısı için başlık parası öderse ve ondan sonra arkadaşı ona iftira eder ve kayınpederi genç kocaya “sen benim kızımla evlenemezsin” derse kendisinin yanı sıra getirdiği her şeyi eksiksiz ona vermek zorundadır; ancak, karısı arkadaşı ile evlenemez. 


162. Bir adam bir kadınla evlenir ve kadın adama oğullar doğurursa ve daha sonra bu kadın ölürse kadının babasının çeyiz üzerinde hiçbir hakkı yoktur; çeyizler oğlanlara aittir. 


163. Bir adam bir kadınla evlenir ve kadın adama oğullar doğurursa ve daha sonra bu kadın ölürse kayınpederinin evine ödediği başlık parası ona geri verilmişse kadının kocası kadının çeyizi üzerinde hiçbir hak iddia edemez; çeyiz kadının babasının evine aittir. 


164. Eğer kayınpederi ona başlık parasını geri ödemezse başlık parasını çeyizden alır ve arta kalanı kadının babasının evine verir. 


165. Bir kişi seçtiği oğullarından birine bir tarla, bahçe ve ev ile bunlara ait bir vesika verirse ve daha sonra baba ölürse ve kardeşler malı-mülkü pay ederlerse; o zaman ilk önce babasının hediyesini ona vermelidirler ve o da kabul etmelidir. daha sonra babadan kalan mallar pay edilebilir. 


166. Bir kişi oğlu için kadınlar alır da küçük oğlu için hiçbir kadın almazsa ve ondan sonra ölürse kardeşler kalan malı paylaştıklarında küçük kardeşin payının yanı sıra henüz hiç karı almamış olan küçük kardeşe bir kadın sağlaması için bir başlık parasını ayırmalıdırlar. 


167. Bir adam bir kadınla evlenir de kadın adama çocuklar verirse ve bu kadın öldükten sonra adam bir kadın daha alır ve o da adama çocuklar verirse ve bundan sonra baba ölürse oğlanlar malları annelerinin durumuna göre pay edemezler, sadece çeyizleri bu şekilde pay edebilirler; babadan kalan mallar herkese eşit bir şekilde pay edilmelidir. 


168. Bir kişi oğlunu evden kovmak ister ve bunu hakimin önünde “ben oğlumu kovmak istiyorum” diye ilan ederse hakim onun gerekçelerine bakar. oğlanın babanın onu haklı bir şekilde evden uzaklaştıracağı kadar büyük bir suçu yoksa babası onu evden uzaklaştıramaz. 


169. Babanın oğlunu baba-oğul ilişkisinden mahrum edeceği kadar büyük bir suçu varsa baba onu bir kerelik affeder; ancak oğlan ikinci defa aynı suçu işlerse baba onu bütün baba-oğul ilişkisinden mahrum edebilir. 


170. Bir adama karısı oğullar doğurursa ve kadın hizmetçisi de oğullar doğurursa ve baba hala yaşarken kadın hizmetçinin doğurduğu oğullarına “benim oğullarım” derse ve onları da karısının oğulları arasında sayarsa ve ondan sonra baba ölürse karısının ve kadın hizmetçinin oğulları babadan kalan malları ortak bir şekilde bölüşürler. karısının oğlu pay eder ve seçer. 


171. Ancak baba hala yaşarken hizmetçisinin oğullarına “benim oğullarım” demezse ve ondan sonra ölürse hizmetçinin oğulları karısının oğulları ile malları paylaşamazlar; ancak, hizmetçiye ve oğullarına özgürlükleri verilir. karısının oğullarının hizmetçinin oğullarını köleleştirmeye hakları yoktur; karısı çeyizini (babasından), kocasının ona verdiği hediyeleri, vesika ile ona verdiklerini alır ve kocasının evinde yaşar. yaşadığı sürece onu kullanabilir; ev para karşılığı satılamaz. onun bıraktığı her şey çocuklarına aittir. 


172. Eğer kocası ona hediye vermemişse, hediye karşılığında tazminat verilmelidir. bir çocuğunun payına eşit olacak şekilde kocasının mallarından bir pay alır. eğer çocukları ona baskı yaparlarsa ve zorla evden uzaklaştırmaya çalışırlarsa hakim meseleye bakar ve oğullar hatalı ise kadın kocasının evini terk etmez. kadın evden ayrılmayı arzu ediyorsa kocasının ona verdiği hediyeyi oğullarına bırakmalıdır; ancak, babasının evinden getirdiği çeyizi alabilir. bundan sonra kalbinin erkeği ile evlenebilir.


Kaynak Linki : http://hukukitavsiyeler.com/2015/08/3-700-yil-oncesine-ait-kanunlar-hammurabi-kanunlari/