17 Temmuz 2018 Salı

İDAM TÜRLERİ

Kurşuna Dizme: Klasik bir yöntem olan bu idam şeklini Afganistan, Beyaz Rusya, Etiyopya, Kuzey Kore, Nijerya, Yemen, Vietnam, Endonezya ve Çin gibi ülkeler halen kullanmaktadır.
Çarmıha Germe: Bu idam şekli Eskiçağ’da kurulu dine ve düzene karşı işlenen suçlara bu idam türü uygulanmıştır. Mahkumun vücudu ve ayakları çarmıhın dikey tahtasına bağlanmakta ve kolları yana açılarak elleri yatay tahtaya çivilenmekte, mahkum aç ve susuz şekilde tahtaya çiviyle çakılmış şekilde bekletilerek işkenceyle öldürülmektedir.
Bestiarii Yöntemi : Eski Roma döneminde kullanılmış bir yöntemdir. Suçlular çıplak şekilde vahşi hayvanların arasına atılmaktadır.
Diri Diri Gömme: Bu idam şekli hem bireylere hemde gruplara milattan önce uygulanmıştır. Mahkum, genellikle bağlanıp açılan bir çukura atılıp gömülmektedir. Bu yöntemle 1937 yılında Japonların binlerce Çinliyi diri diri gömdükleri bilinmektedir.
Bambu Yöntemi: Uzak doğu Asya’da uygulanan uzun ve acılı bir ölüm şeklidir. Mahkumlar, bambu ağaçlarının uç kısmına bağlanmakta ve ağaç büyüdükçe bambular vücudu delip geçerek mahkumu öldürmektedir.
Yehuda Beşiği: Mahkum, piramidin üstüne oturtulmakta, piramidin ucu acı verici bir şekilde mahkumun kaba etlerine yükselene kadar halatlar tarafından aşağı çekilmektedir. Kullanılan aletler temizlenmeyerek bırakılmakta ve işkenceden sağ kurtulanlar enfeksiyondan ölmektedir.
Testere Yöntemi: Mahkumun vücudu cinsel organlarından başlanarak testereyle ikiye kesilerek parçalanmaktadır.
Kör Bıçakla Kesme: Çin’de henüz yeni yasaklanmış bir yöntem. Amaç, mahkumu uzun süre hayatta tutmaktı.
Kazığa Oturtma: Ağır suçlar işlemiş mahkumlara uygulanmış bir cezadır. Kazığa oturtma cezası özellikle eşkıyalara, korsanlara ve kundakçılara uygulanmıştır. İslam dinine hakaret eden, Müslüman bir kadınla zina yapan veya bir camiye izinsiz giren Hristiyanlar da bu cezaya çarptırılmıştır.
Mazzatello Yöntemi: Engizisyon döneminde Hristiyan rahipleri tarafından uygulanmış idam şeklidir. Kafir olarak suçlanan insanların başı balyozla ezilmektedir.
Yakarak Öldürme: Toplu idamlarda mahkumlar kendilerini şanslı hissediyordu. Çünkü, yanmadan önce karbonmonoksit zehirlenmesinden ölüyorlardı
Mağaraya Duman Doldurarak Öldürme: Mahkum yada mahkumlar mağaraya kapatılarak içeriye duman bırakılmakta ve bu şekilde ölümün tamamlanması beklenmektedir.
Giyotin Yöntemi: Giyotin, mahkumun kafasını kesmek için geliştirilmiş idam aracıdır. Tarihte ilk kez 1792 yılında Jacques Nicholas Pelletier adlı bir hırsızı idam etmek için kullanılmıştır. Fransa’da 1977’ye kadar kullanılmıştır.
Darağacına Asma: Darağacına Asma yöntemi en yaygın idam şeklidir ve dünyada idam cezasının uygulandığı birçok ülkede halen kullanılmaktadır.
Catherine Tekerleği: Halka açık şekilde uygulanan bu idam yönteminde mahkum büyük bir tekerleğe bağlanmakta ve tekerlek çevrildikçe mahkumun kemikleri kırılmaktadır.
Kaya Çarpması: Kaya çarpması yönteminde mahkumun göğsüne kayalar konulmakta ve bu kayalar sürekli daha ağırlaştırılmakta, mahkum ezilerek uzun bir sürede ölmektedir. Arabistan, Amerika ve Avrupa’da kullanılmış bir yöntemdir.
Gridiron Yöntemi: Mahkum kömürlerin üstüne yatırılmakta ve ölene kadar pişirilerek işkence ile idam edilmektedir.
Cumhuriyet Evliliği: Kadın ve erkek mahkumlar birbirlerine bağlanarak nehre atılmakta ve boğularak öldürülmektedir. Bu ceza yöntemi genelde zina suçlarına verilen bir cezadır ve Fransa’da kullanılmıştır.
Fillere Ezdirme: Asya’da kullanılan acımasız bir idam yöntemidir.
Kan Kartalı Yöntemi: Bu yöntem İskandinavlara aittir. Mahkumun kaburga kemikleri dışarıya çıkarılmakta ve kanat görüntüsü alması sağlanmakta, açılan vücuda bolca tuz dökülerek acı içinde ölüm sağlanmaktadır.
Askıda İdam: Vinçte Asma olarak da bilinen yöntem İran’da yaygın olarak uygulanmaktadır, mucidi ABD’dir. Ölüm süreci yavaş ve acı vericidir. İdamdan sonra cesedin yüzünde ve gözlerinde kırmızı ve mavi izler görülmektedir.
Elektrikli Sandalye: Bu yöntem 1888 yılında ABD’de uygulanmaya başlanan bir idam mahkumu infaz şeklidir. Elektrikli sandalye daha insancıl’bir infaz yöntemi olarak tasarlanmıştır. ABD dışında Filipinler’de kullanılmıştır. ABD’de mahkumlara ölümcül enjeksiyon veya elektrikli sandalye ile infaz seçenekleri sunulmakta ve karar kendilerine bırakılmaktadır.
Parçalayarak İdam: Asılarak, çekilerek ve dörde bölünerek idam edilme yöntemidir. Mahkum ahşaptan yapılan bir yapıya sürüklenmekte ve boynundan asılmakta, ölmesi yaklaştığında boynundan ip çıkartılmakta, organları dışarı çıkarılmakta ve cinsel organı kesilmekte, organları kurbanın gözü önünde yakılmakta ve son aşama olarak mahkumun vücudu dört parçaya ayrılmaktadır. İngiltere ‘de vatana ihanet suçundan mahkum olanlara uygulanmıştır ve bu ceza şekli 1814 yılında yasaklanmıştır.
Taşlayarak Öldürme: Taşlama yöntemi İran ülkesinde halka açık şekilde halen uygulanmaktadır.  Mahkum taşlanmadan önce kırbaçlanmaktadır. Mahkum kadın ise önce boynuna kadar toprağa gömülmekte ve taşlama cezası ondan sonra uygulanmakta, şayet kadın yaşamayı başarırsa ceza hapis cezasına dönüşmektedir. Erkekler ise taşlanmadan önce beline toprağa gömülmekte suçunu itiraf eder ya da kaçmayı başarırsa serbest kalabilmektedir.
Çukur ve Fıçı Yöntemi: Mahkum, fıçı veya önceden hazırlanan çukurun içine konularak sürekli yemek yedirilmekte ve dışkısını yapamayan mahkum, fıçı veya çukurun içine dışkısını yapmaya başlayarak zamanla çürümeye başlamakta ve ölmektedir.
Pirinç Boğa: Sicilya Boğası yada  Yanan Boğa Yöntemi de denilmektedir. Mahkum metal bir boğanın içine konulmakta ve boğa yavaş yavaş ısıtılmakta, mahkum içeride yanarak ölmektedir.adı da verilen yöntem Antik Yunanda icat edilen işkence ile ölüm şeklidir. Pirinç dökümcüsü Atinalı Perillos, Agrigentum Tiranı Phalaris için, tamamen pirinçten içi boş ve bir tarafında kapı bulunan bir boğa yapmıştır. Mahkum boğanın içine kapatılmakta, pirinç boğa, altına yerleştirilen ateşle kırmızıya dönene kadar ısıtılmakta ve mahkumun kızararak ölmesi sağlanmaktadır. Mahkumların çığlıklarının kızmış bir boğa böğürmesine dönüştüğü ve boğa tekrar açıldığında, kurbanın kavrulmuş kemikleri mücevher gibi parladığı ve bunlardan kolye yapıldığı rivayet edilmiştir.
Yılan Çukuru:  Mahkumlar, engerekler gibi zehirli yılanların olduğu çukurlara atılmakta, rahatsız edilmiş yılanlar onlara saldırmakta ve mahkumlar zehirlenerek ölmektedir. Bu yöntem oldukça eski bir idam yöntemidir.
Böceklere Yedirme: İran’da uygulanan bir yöntemdir. Mahkumun tüm vücudu balla kaplanıp hareket edemeyecek şekilde bir ağaca bağlanmakta, böcekler ve ormandaki diğer hayvanlar mahkumu parçalayarak yemektedir.
Derisini Yüzerek Öldürme: Mahkumun canlı canlı derisi yüzülmekte, tüm derisi yüzülen suçlu acılar içinde ölmektedir. Çin ve Avrupa’da çokça kullanılmış bir yöntemdir.
Kazıkta Yakılma: Mahkumlar  şehrin ortasında bir kazığa bağlanmakta ve seyircilerin huzurunda da ateşe verilerek yakılmaktadır. Kazıkta yakma yöntemi vatana ihanet veya büyücülük suçundan mahkum olanlara 18. yüzyıla kadar uygulanmıştır.
Istırap Yöntemi: Mahkumun önce burnu ve sonra bir eli ile bir ayağı kesilmekte hadım edildikten sonra vücudu ortadan iki parçaya ayrılmaktadır. Çin’in başkentinde uygulanırdı.
İspanyol Eşeği: Bu yöntemde mahkum, eşek biçiminde yapılmış bir kütük düzeneğine oturtulmakta, ayaklarına giderek artan ağırlıklar bağlanmakta ve sonunda ikiye bölünerek ölmektedir. ‘Tahta at’ yöntemi olarak da bilinmektedir.
Toptan Atılma: Mahkum, bir topun ağzına bağlanmakta ve top ateşlendiğinde mermi kişinin bedeninin içinden geçmektedir. Diğer versiyonunda ise mahkum büyük bir topun içine mermi gibi yerleştirilmekte ve sıkıştırılmış barut ateşlendiğinde paramparça olmaktadır.
Tekerleğe Bağlama: Tekerlek ile öldürme yönteminde mahkum özel yapılmış dev bir tekerleğin dış kısmına bağlanmakta ve sivri kazıkların ya da bir tepenin üzerinden aşağı yuvarlanmaktadır.
Demir Kadın: Kadın biçiminde, bir insanın ancak sığacağı büyüklükte yapılan tabutların içi sivri demirlerle donatılmakta ve mahkum bu tabutun içine konularak kapağı kapatılmaktadır.
Sarkaç Yöntemi: Mahkum bir masaya sırtüstü yatırılıp bağlanmakta, çok büyük, ağır ve keskin bir baltanın bağlandığı sarkaç mahkumun üzerinde sallanmaya başlamakta, sarkacın ipi yavaş yavaş bırakılarak, her salınımda mahkumun bedeninin doğranması sağlanmaktadır.
Demir Kapı Yöntemi: Mahkumun karın bölgesini farelerin kemirmesini sağlayarak öldürmesi sağlanmaktadır. İçine fareler doldurulan demir bir kap, açık ağzı mahkumun karın bölgesine gelecek şekilde vücuda yerleştirilmekte ve bu kap ısıtılmakta, fareler kaçmak için mahkumun karnını kemirmeye başlamakta ve mahkumun iç organları fareler tarafından kemirilerek ölüm gerçekleşmektedir.
Deve Derisi Yöntemi: Mahkum, elleri bağlı şekilde güneşin altına yatırılmakta ve saçları kazınarak kafasına deve veya keçi derisi geçirilmektedir. Deri zamanlara eriyerek mahkumun kafasına yapışmakta, saçlar dışarı çıkamayarak kafatasına geri dönmekte ve beyne ulaşarak mahkumu öldürmektedir.
Germe Yöntemi: Mahkumların el ve ayakları bağlanarak gerdirilmesi yöntemiyle ölmesi sağlanan mekanik bir yöntemdir. Tarihte sıklıkla kullanılmıştır.
Atlara Parçalatma: Mahkum, kol ve bacaklarından dört ayrı yöne koşturulacak olan atlara bağlanmakta ve parçalanarak öldürülmektedir.
Kafa Kesme: Tarih boyunca vahşi infaz şekilleri uygulayan u infaz yöntemi 16 ve 17′nci yüzyılda Avrupa?da ölüm cezasının en insancıl yolu olarak kullanılmıştır. 1789 Fransız devriminde ise kafa kesmek için Giyotin adlı özel alet geliştirildi. Giyotin, Fransa?da uzun yıllar kullanıldı.
Döverek Öldürme: Bu yöntemde mahkum ölünceye kadar dövülmektedir.
Kaynatma Yöntemi: Ortaçağ’da popüler olan yöntem. İnsanlar bağlanarak, ağır ağır ısıtılan dev kazanlarda haşlandı.
Güneşte Gömme: Mahkum boynuna kadar kuma yada toprağa gömülmekte, kafası güneşte pişmek üzere terk edilmektedir. Genellikle kadınlara uygulanmıştır. En yaygın uygulamasının Arabistan’da olduğu düşünülmektedir. Eski çağlarda tüm dünyada yaygın olarak kullanılmıştır.
Yakma Yöntemi: Mahkum bir kazığa bağlanmakta ve çevresinde ateş yakılarak öldürülmektedir. Orta çağ Avrupasında dinsizler, cadılar ve iffetsiz kadınlara engizisyon döneminde uygulanmış idam şeklidir.
Sıkıştırma: Mahkum ezilerek yada sıkıştırılarak idam edilmektedir. Bu infaz yöntemi, Salem Cadı Davalarında tanınmış hale gelmiştir. Mahkum, iki büyük levha arasına konulmakta ve üzerine ağırlık eklenerek işkenceyle öldürülmektedir. Ağırlığın sürekli artırılması da başka bir yöntemdir.
Vahşi Hayvanlara Atma: Tarihte en eski yöntemlerdendir. İlk Hristiyanlar aslanlara atılarak öldürülmüşlerdir.
Parçalayarak Öldürme: Mahkum canlı canlı balta, satır veya testerelerle parçalanmaktadır. Bu vahşi yöntem Arap ülkelerinde yirminci yüzyılda da uygulanmıştır. Son uygulamasının Suudi Arabistan’da 1987 yılında olduğu bilinmektedir.
Kazığa Oturtma Yöntemi: Bilek kalınlığında bir kazık, mahkumun kuyruk sokumundan başlayarak ensesine kadar sokulurdu. Kazığın omurilik ve iç organlara zarar vermemesine özen gösterilirdi. Ardından kazık mahkumla birlikte dikilir ve mahkumun ölmesi günler sürerdi.
Demir Yatakta Yakma: Demir yatak yada demir bir sandalyeye demir eşyalar iyice beslenmiş bir ateşle çevreleniyor ve bunların üzerindeki kişiler ölünceye kadar kızartılıyordu.
Suda Boğma Yöntemi: En yaygın boğma yöntemi denizde boğma yoludur.
Zehirleme Yöntemi: Zehirleme yöntemi yaygın bir kullanım değildir. İdam Cezası İnfaz yöntemi olmasından çok suikast yöntemi olarak kullanılmıştır. Tarihte en çok bilinen olay baldıran zehrini içmeye zorlanan ünlü filozof Sokrates‘tir.
Ezerek Öldürme Yöntemi: Mahkum, yere yatırılmakta ve üzerine aşama aşama ağır taşlar yerleştirilmekte, nefessiz kalarak ölmesi sağlanmaktadır.
Yüksekten Atma: Mahkum yüksek bir uçurum ya da kale burcundan aşağı atılarak öldürülmektedir.
Çuvala Koyma: Mahkum, yılan, akrep, kedi, köpek gibi hayvanlarla büyük bir çuvalın içine konulmakta ve bu şekilde öldürülmektedir.
Aç Bırakarak Öldürme: Mahkum, bir hücre ya da kafese konur ve yiyecek verilmez.
İki Ağaçla İkiye Ayırma: İki ağacın birbirlerine doğru çekilerek mahkumun bir kol ve bacağı bir ağaca, diğer kol ve bacağının da diğer ağaca bağlanması ve sonrasında ağaçların bırakılarak mahkumun acı içinde ölmesinin sağlanması yöntemidir.
Garotte Yöntemi: Askıda idam ve klasik idamın kairışımı bir yöntem olan Garotte yönteminde, ipin bir ucu duvara bağlanmakta ve diğer ucu da mahkumun boynuna dolanmakta, mahkum itilerek, çekilerek ya da ayakları kaldırılarak boğulmaktadır.
Sürükleme: Mahkum bir ata bağlanmakta ve ölene kadar sürüklenmektedir.
Su İçirme: Mahkum ölünceye kadar su içmeye zorlanmaktadır.
Cıva İçirme: Mahkum ölünceye kadar su içmeye zorlanmaktadır.
Okla Vurma: Bu yöntemde acıyı uzatmak ve daha çok acı çektirmek için ölümcül olmayan bölgeler hedef alınmaktadır. Vikingler tarafından uygulanmıştır.
Yarma: Bu yöntemde mahkumun gövdesi açılmakta, iç organları çıkartılmakta ve henüz ölmeden önce kendisine gösterilmektedir.
Kılıçla İdam: Cellatlar idam cezasına çarptırılan mahkumun kellesini kılıçla almaktadır. Kılıçla idam Osmanlılarda halk ve hanedan üyesi olmayan devlet adamlarına uygulanan idam cezası infaz şeklidir. Cellatlar Müslümanları öldürdükten sonra kellelerini koltuk altına bıraktıkları için ‘Kelle koltukta’ tabiri ortaya çıkmıştır.
Boğdurma Yöntemi: Osmanlı Devletinde hanedan üyelerinin kanı kutsal sayıldığı için kan akmayan infaz şekilleri uygulanmıştır. Kan akıtılmayan en uygun yöntem olarak boğdurma bulunmuştur. O dönemde Osmanlı hanedanının kanını akıtmak aynı şekilde ölüm cezası gerektirmektedir. Hain damgası yiyen bir hanedan üyesi ya da tahta geçmek için kardeşini öldürten padişah adayı bunu kan akıtmadan yapmak zorundadır.
Cellat Satırı Uygulaması: İç isyan çıkaran yada yoldan çıkmış olanları hizaya getirmek adına Cellat satırı uygulaması yapılmış, sadece yeniçerilere özel olarak uygulanmış, diğerlerine ibret teşkil edilmesi için gösteriş amaçlı olarak uygulanmıştır.

20 Ocak 2018 Cumartesi

AVUKATLIK MESLEĞİNİN TARİHÇESİ

 Genel Olarak Avukatlığın Tarihçesi

Eski Yunan ve Roma medeniyetlerinde avukatın yeri; avukatın bağımsızlığı, mesleğin niteliği, ücret alıp almaması, örgütlenmenin gerekliliği gibi etik ile ilgili konulara ilişkin ilk çıkış noktası olarak kabul edilebilir. Bu yüzden kısa bir tarihçe, hem mesleğin gelişmesini göstermek hem de etik kavramının kökenlerinin daha iyi kavramak bakımından ilginçtir.

Avukat sözcüğü Eski Yunancada ayrıcalıklı insan, güzel konuşan anlamına gelen ‘advacatus’ kelimesinden türeyerek dilimize yerleşmiştir. Eski Yunan’da ilk önceleri tarafların kendi davalarının kendileri takip etmeleri gerekirken zamanla bir yakınlarının yardımına izin verilmeye başlanmıştır. Bunun sonucunda da mahkemelerde logograf denilen arzuhalciler ortaya çıkmaya başlamıştır. Taraflara evvelden savunma hazırlayan logograflar mahkemede söylenecek sözleri, bir nutuk halinde yazıyor, ilgililere ücret mukabili veriyorlardı. İlgililer de bunları ezberleyerek hâkim önünde tekrarlıyorlardı. Ancak davacı ya da davalıların bunları iyi ezberleyememeleri, şaşırmaları, unutmaları karşısında logograf adlı kimseler mahkemelerde onların yanında bulunmaya başladılar. Bunların yazdığı dilekçeler davaya giriş niteliği taşıyordu ve tartışmalar bunların yazdıkları üzerinden yapılıyordu. Eski Yunan’da hitabet çok önemli bir yer tuttuğundan avukatların konuşma yeteneğine sahip olmalarına çok önem verilmekteydi.

İlk baro Atina’da kurulmuş olup sadece hür kişiler mesleğe kabul edilmekteydi. O dönemin koşullarına göre böyle bir görevi esirler yapamazdı. Ayrıca ana-babalarına saygısızlıktan cezalandırılanlar, vatan savunmasına veya bazı kanuni görevlere katılmayı reddedenler, ahlaka aykırı işlerle uğraşanlar, sefahat yerlerinde görülenler, miras yolu ile kendilerine geçen serveti lüks içinde yiyip bitirenler avukatlık yapamazlardı. Roma’da da sadece erkekler avukat olabilmekte ve herhangi bir avukat davaya başlarken doğruluk yemini etmekteydi. Bu yemin, adaletin zaferini sağlamak, müvekkilin haklarını eksiksiz savunmak, dürüstlük yolundan ayrılmamak unsurlarını kapsıyordu.

Avukat davanın haksızlığını anlayınca davadan çekilmek zorunda idi. “Davadan çekilme hakkının” doğuşu bu döneme rastlamaktadır. Roma’da avukatlık onur mesleğiydi ve bu yüzden avukatlar hizmetleri karşılığında ücret değil honorar almaktaydılar. Roma’nın tanınmış avukatlarından ve şairlerinden Ovidius30, “Güzel kadınların güzelliklerini satmaları ne kadar utanç verici ise bir avukatın yardımını satması da o kadar utanç vericidir.” diyerek Eski Roma döneminde avukatların ücret almasının onur kırıcı bir davranış olduğunu ifade etmiştir. Ancak ücret almasalar bile, avukatlık Roma’da Cumhuriyet Döneminde yüksek görevlere giden yolu açıyordu. Ayrıca Roma hukukunda “guato litis” yani ücret sözleşmesi yasağı vardı. Bunun sebebi de avukatın bağımsızlığıydı çünkü böylesine bir ücret sözleşmesinin avukata bağımsızlığını kaybettirmesinden, onu müvekkilinin ortağı haline getirmesinden korkuluyordu.

359 yılından itibaren, imparatorluk döneminde avukatlar topluluklar halinde örgütlenmeye başladı. Başlangıçta etik kurallardan bahsedilmezken zamanla Roma’da avukatların sorunlarını konuşmak için toplanmalarıyla barolar ve meslek kuralları oluşmaya başladı. Avukatların bir araya geldiği toplantılara ordo adı verilirdi. En kıdemli avukat toplantının başkanı oluyordu. Ortaçağda ise avukatlık mesleği önemsiz bir meslek haline gelmişti. Bu çağda sadece hukuk davalarında avukata ihtiyaç duyuluyordu. Ceza davalarında avukatlık yapılamıyordu çünkü Avrupa’da Ortaçağ, “savunma hakkının olmadığı” bir çağ idi. Ceza davaları, “işkence” veya “itiraf” ile sonuçlandığından “savunma” gereksiz sayılmaktaydı. 

Avukatlık mesleğinin öğretilmesi ise mahkemelerde çırakların deneyimli avukatları duruşmada izleyerek, onlara soru sorarak eğitilmesi şeklinde yapılmaktaydı. Öğretici avukatlara da jurisprudent denilmekteydi. 

XIV. yüzyıl Fransa’sında ise avukatların bulundukları kentten başka bir kente giderek savunma yapmaları nedeniyle bu dönemde onların “adaletin gezici şövalyeleri” olarak adlandırılmalarına yol açmıştır.  Fransa’da 1327 yılında bir “avukatlık levhası” yapıldı. 1344 yılında Staj Müessesesi kuruldu ve avukatlar üç gruba ayrıldı. “Cansiliari/Müşavirler’’ (Bunlara mahkemelerde hukuki konularda danışılıyordu) “Advucati (Mahkemede iddia ve savunma yapanlar) ve “Novi/Stajyerler.
Avukatlar bu dönemde lonca halinde örgütlenmeye başlamışlardır. 1574-1715 yılları arasında loncaların güçleri arttırılmış, bir loncaya kabul edilmeden meslek icra etmek yasaklanmıştır. Loncalar, elde ettikleri bu ayrıcalıklara karşı yüksek vergi ödemişlerdir. Lonca ustaları bu vergi yükünü çıraklık dönemini uzatarak ve ustalığa geçiş bedelini yükselterek karşılamaya çalışmışlardı. Loncaların ayrıcalıklı kurumlar olduğunu, avukat loncasının bayrağını taşıyan asanın isminin, baro başkanı ismine bile kaynaklık etmesinden anlayabiliriz32. Mesleğe kabul yemini, baroya takdim gibi ritüeller, cübbe gibi simgeler hep lonca döneminde ortaya çıkmış kurum işaretleridir.
İngiltere’de ise ilk lonca örgütlenmesi 13. yüzyılda kendini göstermiş, 15. yüzyıla gelindiğinde 3 avukat loncası kurulmuş bulunmaktadır. Loncalar hiyerarşik toplumsal örgütlenmenin en ince düzenlendiği, mesleğe girişten ayrılışa kadar her aşamanın ayrıntılı bir biçimde kurallara bağlandığı
toplumsal örgütlerdir. Loncada haklar yerine, görevlerden bahsedilmektedir. Görevini iyi yapanlar, kurallara uyanlar çırak veya usta hiyerarşisine yükselirlerdi. Lonca mensupları yaptıkları işi bir toplumsal faaliyet olarak değil, bir ayrıcalık olarak algılardı. Lonca dönemi avukatlığı imtiyaz sistemine dayanmaktadır. Bu mesleki örgütler; mensuplarının, faaliyetlerini, belli bir düzen içinde yapabilmelerini sağlamasının yanı sıra vatandaşlarla ve henüz vatandaş olmamış kişilerle devlet arasındaki ilişkiyi de sağlamaktaydı. Parlamentoda da bizzat temsil edilen avukat loncaları, Parlamentoya yasa konusunda yardımcılık görevinde bulunuyordu. Loncadan kopuşla avukatların ideolojik dünyasında çok ciddi bir dönüşüm yaşanmıştır.


Avukatlık mesleğinin lonca tipi örgütlenmeyle bağlarını koparması Fransız İhtilali ile olmuştur. Özgürlük, kardeşlik, eşitlik temelinden yola çıkan Fransız İhtilali tüm geleneksel kurumları dağıttığı gibi lonca kurumunu da yıkmıştı çünkü lonca tipi kurumlar ayrıcalıklı üst sınıfların oluşmasına sebep olmaktaydı. Loncalar kaldırıldıktan sonra, ortaya çıkan yeni toplumsal düzende meslek örgütlenmeleri açısından yeni bir aşamaya gelinmiş; mesleki ayrıcalıklar etrafında örgütlenmelerin yerini  mesleki çıkarlar etrafında örgütlenmeler almıştır ve Barolar kurulmaya başlanmıştır. Baro sözcüğü etimolojik olarak fransızca Barre (Bar) sözcüğünden gelmektedir ve avukatları yargıçlardan ayıran bölüm anlamındadır. 

4 Ocak 2018 Perşembe

BOZMADAN SONRA ISLAH YAPILABİLİR


T.C.

YARGITAY


10. Hukuk Dairesi

Esas Karar

2015/2911 2015/4657

Y A R G I T A Y İ L Â M I

Mahkemesi : Bakırköy 27. İş Mahkemesi

Tarihi : 18.11.2014

No : 2013/298 - 2014/521

Davacı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. A.Ç.

Davalı : Y. Prodiksiyon Rek. Hizm. San. Tic. Ltd. Şti. Tasfiye Memuru R.A.

Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı SGK Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Dr. D.D. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Mahkemece, bozma ilamı sonrası ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 16.03.2005 tarihli 2005/13-97-150 sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177'nci maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 84'üncü maddesi), ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177'nci maddesindeki kuralın ve o çerçevede tahkikat kavramının irdelenmesinde yarar vardır.

Tahkikat kavramı, layihalarla ve öninceleme aşamasında yeterince aydınlanmamış olan bir davada, tahkikat açılmasıyla başlayıp, çekişmeli yönlere ilişkin taraf delillerinin toplanmasıyla biten ve uygulamada, davaların çoğunda gerçekleşen bir evreyi ifade etmektedir. Vurgulanmalıdır ki; tahkikat evresi, bozmanın içerik ve kapsamına göre, bazı hallerde bozmadan sonra da gerçekleşebilir. Ancak, 177'nci maddedeki, "tahkikatın sona ermesine kadar" ifadesinden, Kanunun tahkikat ve hüküm arasında düzenlediği yargılama evresinde ıslaha izin vermediği sonucu çıkarılabilmektedir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme büyük Genel Kurulu'nun 04.02.1948 gün ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına baktığımızda; ıslahın, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki; taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177'nci maddesinde ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 177'nci maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.
Bu saptamalar ışığında, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, Hukuk Muhakemelerini Kanunu'nun 177'nci maddesindeki kural yanında, bozmaya uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakların ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bu endişenin nedeni şudur: Bir davada verilen hükme yönelik bozma ilamı doğaldır ki, bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerde, davanın ondan sonraki seyrini belirler; Mahkemece bozmaya uyulması halinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla, mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen ön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de, uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usuli kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hale gelir. Davanın, bu şekilde, uyulan bozmanın öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra, salt Kanunun tanıdığı yetkiye dayanılarak, taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesi, her davanın kendine özgü yapısı içerisinde, bozmayla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir. Açıktır ki, söz konusu sakıncaların doğabilmesi için, her şeyden önce, ortada, hakkında tahkikat yapılmış, hükme bağlanmış ve kurulan hüküm Yargıtay tarafından hukuka uygunluk yönünden denetlenerek bozulmuş istem/istemler bulunmalıdır. Önemle belirtilmelidir ki; İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı nitelik taşırlar. Yukarıdaki açıklamaların somut olay bakımından ortaya koyduğu sonuç şudur: İçtihadı Birleştirme Kararıyla kabul edilen, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı yönündeki kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 177'nci maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, bir davadaki istem/istemler hakkında mahkemece tahkikat (tarafların duruşmaya çağrılmaları, çekişmeli yönlere ilişkin delillerin toplanması, toplanan delillerin değerlendirilmesi) yapılarak, bunların ortaya koyduğu sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulduğu ve Yargıtay'ın ilgili Dairesinin de, kurulan bu hükmü, herhangi bir nedenle usul ve yasaya aykırı görerek bozduğu hallerle sınırlı bir içeriktedir. Dairemizin bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılamada, tahkikat evresinin bitmemiş olması nedeniyle davacının davasını ıslah etmesinin mümkün olduğu gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.
O halde, davacı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 12.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi

Adliyede Hukuk Davası Nasıl Açılır?

Adliyede davanın açılması birkaç aşamadan oluşur. İlk olarak davanın avukat aracılığıyla takip edilip edilmeyeceğine karar verilmelidir. Davaların avukat aracılığıyla takip edilmesi hukuken kural olarak zorunlu değildir. Ancak hukukta haklı olmak kadar haklı çıkmak da önemlidir. Bu yüzden açılacak davalarda avukatların yardımının alınması hak kayıplarının önüne geçmek bakımından önemlidir.
Avukat tutmak isteyen kişilerin açacakları davanın konusuna göre alanında uzman bir avukata danışmalarında fayda vardır. Zira dava açılması ve davaların takibi hukuki bir süreçtir. Bu sürecin sonunda alınacak karar kişilerin geleceğini köklü bir şekilde etkiler. Hak kaybı yaşandıktan sonra geriye dönüş çoğunlukla mümkün olmayacaktır. Bu yüzden baştan temelin sağlam tutulması gerekir. Bu da iyi bir avukatın danışmanlığı ve özellikle de avukatın davanın açılması için vereceği dava dilekçesi ile olacaktır.
Dava avukat aracılığıyla takip edilecek ise öncelikle avukat ile avukatlık hizmet sözleşmesi yapılmalıdır. Daha sonra noterde avukat için bir vekaletname çıkartılmalıdır. Avukat vekaletnamesi, Türkiye’de herhangi bir noterde, yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti konsolosluklarında noterlik hizmetleri bölümünde çıkartılabilir.
Avukata vekaletname verilmesinden sonra dava dilekçesi hazırlanır. Avukat tutmayan kişilerin ise dilekçeyi kendilerinin hazırlaması gerekir. Dava dilekçesi, açılacak davanın konusuna göre yazılır. Dava konusu ne olursa olsun her dava dilekçesinde bulunması gereken zorunlu unsurlar vardır. Bunlar HMK M.119 ‘ da belirtilmiştir.

Dava Dilekçesinde Ne Yazmalı?

Dava dilekçesinin en başında mahkeme adının yer alması gerekir. Yazılacak mahkeme adı elbette ki görevli ve yetkili mahkeme olmalıdır. Örneğin açılacak dava bir boşanma davası ise görevli ve yetkili mahkeme taraflardan birinin yerleşim yeri veya son altı aydan beri birlikte oturdukları yer Aile Mahkemesi, senedin iptaline ilişkin bir dava ise görevli mahkeme Ticaret Mahkemesidir. Görev ve yetki farklı kavramlardır. Görevli ve kesin yetkili mahkeme yanlış tespit edilir ve dilekçede yanlış ifade edilirse mahkeme davayı usulden reddedecektir. Bu durumda dava sürecini uzatacaktır. Dava kesin olmayan yetki kuralına aykırı bir şekilde açıldı ise karşı taraf bu durumu bir ilk itiraz olarak öne sürebilecektir.
Davacının ad, soyad, TC kimlik numarası ve adres bilgileri; varsa vekilinin ad, soyad, adresi ve davalının ad, soyad, adres bilgileri yer almalıdır.
Dava konusu, dava konusuna ilişkin açıklamalar, deliller, hukuki sebepler, talep dava dilekçesinde yer alması gereken diğer unsurlardır. Dilekçe yazıldıktan sonra davacı, varsa vekili, tarafından imzalanır.

Dava Dosyasında Bulunması Gerekenler

Dava dosyası temel olarak dilekçe ve vekaletnameden oluşur. Dilekçenin yanında bazı ek belgeler de konulabilir. Örneğin; delil sayılacak bir belge ya da taraflar anlaşmalı boşanıyorsa boşanma protokolü dilekçenin ekleri olarak dosya içerisinde yer alabilir. Bir dava dosyası alındıktan sonra dosyanın içerisinde en alttan başlayacak şekilde vekaletname, dilekçenin ekleri ve dilekçe yerleştirilir. Dosya açıldığında ilk sayfada dilekçe yer almalıdır. Dava dilekçesi ve eklerinin davalı sayısından iki fazla olması gerekir. Örneğin, tek bir davalıya karşı dava açılacak ise üç adet dilekçe bulunmalıdır. Bunlardan birisi mahkemede, diğeri davacıda kalır, bir diğeri ise davalıya tebliğ edilir.
Dosyanın hazırlanması bu aşamada tam olarak bitmez. Vekaletnamenin üzerinde baro pulu yer almalıdır. Adliyede bulunan baroya gidilerek bir adet baro pulu alınıp vekaletnamenin alt kısmına yapıştırılmalıdır.
Dava dosyası tamamlandığına göre şimdi adliyeye gidilip dava açılabilir. Yetkili mahkemenin bulunduğu adliyeye gidilir.

Dava Açmak İçin Adliye İçinde Nereye Gidilir?

Adliyede tevzi bürosuna gidilecektir. İki tür tevzi bürosu vardır. Dava açmak için dava tevzi bürosuna gidilir ve sıra numarası alınır. Sıra geldikten sonra bürodaki memurlara dava dosyası verilir. Dosyadaki bilgilere göre memur gider avansı ve harçlardan oluşan bir masraf çıkarır. Aynı büroda bulunan vezneye gidilerek gider avansı ve harç masrafları ödenir. Gider avansı her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri ile dosyanın Yargıtay’a gidiş dönüş ücretleri gibi giderleri kapsar. Masraflar her dava dosyası için ayrı ayrı belirlenmekte ve hesaplanmaktadır. Gider avansı yetersiz kaldığında ise sonrasında yatırılmak suretiyle tamamlanmalıdır. Masraflar yatırıldıktan sonra vezne iki adet sayman mutemedi alındısı verir. Bununla tekrar aynı memurun yanına gidilir ve dava dosyası memura verilir. Memur dosyayı sisteme kaydeder ve böylece dava açılmış olur. Memur vezneden alınan sayman mutemedi alındısı ile tevzi formu size verir.Tevzi formunun üzerinde mahkeme numarası ve dosya numarasını görebilirsiniz.
Dava açmanın bir diğer yolu da UYAP sistemi üzerinden dava açmaktır.
Adliyeye gittiğinizde UYAP sisteminin çalışmaması, elektriklerin kesilmesi, mesai saati bitmemesine rağmen tevzi bürosunun kapalı olması gibi aksaklıklarla karşılaşmanız halinde bu durumu tutanakla tespit ettirip işlemi fiziki ortamda yaptırabilirsiniz. Elektronik sisteme tekrar girildiğinde fiziki ortamda yapılan işlemler gecikmeksizin elektronik ortama aktarılır. Bu durumda dava, söz konusu tutanağın düzenlendiği tarihte açılmış sayılır.
Tevzi bürosu çalışma saatleri 08.30 – 12.30 13.00 – 17.30 arasındadır. Mesai saatleri yaz kış zaman dilimine yahut genelgeye göre değişiklik gösterebilir. Vezneler bakımından sağlamanın yapılması için mesai saati bitiminden önce yaklaşık 16.00 civarında vezneler kapatılabilmekte ve kalan mesai saati içerisinde günlük kasa kapanışları yapılmaktadır. O yüzden son dakikaya bırakmamakta yarar vardır.

3 Ocak 2018 Çarşamba

VEKALETNAME NASIL ÇIKARTILIR? GENEL DAVA VEKALETNAMESİ ÖRNEĞİ

​Vekaletname çıkartmak için, nüfus cüzdanı ya da pasaportla birlikte kişinin bizzat kendisinin herhangi bir notere giderek, vekaletin hangi iş için gerekli olduğunu notere açıklayarak, uygun vekaletnamenin düzenlettirilmesi gerekmektedir. Vekalet verilecek kişinin adı-soyadı, TC kimlik numarası, açık adresinin mutlaka notere bildirilmesi gerekmektedir.




Önemli hususlar:

Şirket adına düzenlenecek vekaletnamelerde imza sirkülerinin notere ibrazı gerekmektedir. Şirket yetkilisinin hem şirketi temsilen hem de kendisi adına asaleten vekalet çıkarabilmesi mümkündür.

Yurtdışında yaşayan kişilerin Türk konsolosluklarına başvurarak vekaletname düzenlettirmeleri mümkündür. Ancak yabancı bir ülkede, o ülkenin yetkili makamı tarafından doğrudan düzenlenen vekaletnamelerin, o yabancı ülkedeki Türk Konsolosluğu ve siyasi memurlarınca onaylanmış olması gerekmektedir. Söz konusu tasdik şerhine ‘Apostille Convention (Şerh)’denilmektedir. Bu şerh olmaksızın doğrudan yabancı makamların düzenlediği vekaletnamenin Türkiye’de kabulü mümkün olmamaktadır.

Vekaletname ile verilecek yetkiler :

Genel dava vekaleti için
Ahzu kabz, sulh ve ibra, davadan ve temyizden feragat, feragati davayı kabul, vazgeçme, tebliğ alma, mal beyanında bulunma, temlik etme, adli sicil kaydı isteme, birlikte ve ayrı ayrı vekaleti ifa, tevkil, teşrik, azil…

Boşanma davası vekaleti için
Boşanma davası açmaya ve açılmış boşanma davasından dolayı, ahzu kabz, sulh ve ibra, davadan ve temyizden feragat, feragati davayı kabul, birlikte ve ayrı ayrı vekaleti ifa, tevkil, teşrik, azil…

Gerekenler:
Özel kişiler noterde vekaletname düzenlerken nüfus cüzdanı ya da pasaportlarını ibraz etmek zorundadırlar.
Boşanma vekaletnamesi için iki adet fotoğraf gerekmektedir.
Şirketler adına düzenlenecek vekaletnamelerde imza sirküleri ve yetki belgesinin ibrazı gerekmektedir. Şirket adına çıkartılacak vekâletlerde şirket adına vekâleten şahsı adına asaleten ibaresi kullanmanız halinde bir vekâletle hem şirketiniz için hem de şahsınız için vekâlet vermiş olursunuz, gerektiğinde tekrar vekâlet çıkartmakla uğraşmazsınız.
Vergi mükellefi gerçek ve tüzel kişilerin vergi numaralarını bildirmeleri zorunludur. Yurt dışındaki Türk vatandaşları ya da yabancılar T.C. Konsolosluklarında vekaletname düzenleyebilirler.

GENEL DAVA VEKALETNAMESİ ÖRNEĞİ

Beni/bizi leyh ve aleyhim(iz)de açılmış veya açılacak bilumum davalardan, ihtilaflardan ve icra takiplerinden dolayı T.C. Mahkemelerinin, meclislerinin, daire ve müesseselerinin ve komisyonlarının her kısım ve derecesinde davacı, davalı ve üçüncü şahıs gibi her sıfat, tarik ve suretle temsile, hak ve menfaatlerimi koruması için gerekli göreceği muamele ve işleri yapmaya, dava açmaya, açılmış davayı takibe, davayı kabul veya redde veya feragate, her nevi dilekçe ve layihaları kendi imzası ile ilgili mercilere vermeye, sulh olmaya, hâkimi reddetmeye, davanın tamamını ıslah etmeye, yemin teklif etmeye, yemini kabule, iade veya reddetmeye, haczi kaldırmaya, tahkim ve hakem sözleşmesi yapmaya, sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılmasını teklife, bunlara muvafakate, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvurmaya, davadan veya kanun yollarından feragate, karşı tarafı ibra ve davasını kabule,  yargılamanın iadesi yoluna gitmeye, hâkimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açmaya, mirası reddetmeye, adli sicil kaydı çıkartmaya, savcılıklara şikayette bulunmaya ve ceza davaları dahil şikayetten vazgeçmeye, vazgeçmeyi kabule, tebliğ ve tebellüğe, tanık, bilirkişi ve hakem tayin, azil ve istimama, karşı tarafça gösterilenleri reddetmeye, protesto ve ihbarname keşidesine, keşide olanlara karşılık vermeye, keşif yaptırmaya, keşiflerde hazır bulunmaya, normal ve/veya ihtiyati ve/veya icrai tedbir ve hacizler yaptırmaya ve yapılanları kaldırmaya, ihtiyati tedbir, tespit, delil ve eşya hapsi istemeğe ve kaldırmaya ve yine bu tür kararlara itiraza, konkordato talebine ve aleyhine itiraza, iflas istemeğe ve istenilen iflası reddetmeye, iflas idare azası tayin ve azline, reddi hakim talebinde bulunmaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Anayasa Mahkemesi’nde, İcra Dairelerinde, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, İdare ve Vergi Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri, Tapu Müdürlükleri, Nüfus Müdürlükleri ve diğer devlet dairelerinin tümünde işleri takip ve gerekli işlemleri yaptırmaya, işlemleri intaca, murafaaya, nakli davaya, temyizi davaya ve/veya temyizden feragate, tashihi karar, iade-i muhakeme ve kararın düzeltilmesini istemeye, temyiz talebinde bulunmama konusunda takdiri kendisinde olmak üzere yetki kullanmaya, karar ve hükümlerin tavzihi talebinde bulunmaya, hakim, bilirkişi, hakem, şahit ve katipleri şikayete ve redde, duruşmadan vareste tutulma isteminde bulunmaya, gıyabımızda cereyan edecek duruşmalara katılmaya, mal beyanında bulunmaya, arabuluculuk görüşmelerine katılmaya, sulh ve ibraya, ahzu kabza, feragati davayı, temyizi kabule, hüküm ve kararların infaz ve icrasını istemeye, tebliğ ve tebellüğe, takas, mahsup beyan ve def-ilerinde bulunmaya, yapılacak icrai satış ve ihalelere adıma iştirake, geçici, kati veya diğer teminatları adıma yatırmaya, veya muaf tutulma talebinde bulunmaya, pey sürmeye, fiyat arttırma ve kırmaya, fazlaları ve teminatları geriye talep ve almaya, Cumhuriyet Başsavcılıklarına müracaatla sabıka sicil kayıtlarımı talep ve elden almaya, sabıka sicilimdeki kayıtların terkinini talep ve terkine, Nüfus Müdürlüklerine müracaatla nüfus kayıtlarımı talep ve elden almaya, bu hususlarda dilekçe, talep veya ilgili formları tanzim ve imzaya, vergi daireleri, Tüketici Komisyonları ve Tüketici Hakem Heyetleri, Defterdarlık, Maliye, Sosyal Sigortaların tüm birimlerinde, Tapu Müdürlüğü, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bölge Çalışma Müdürlüğü, Bağ-Kur, Ticaret ve sanayi odaları, Ticaret Sicil Memurluğu, Adli Sicil Müdürlüğü, özel idare ve belediyelerde ve tüm resmi daireler, tüzel ve özel kuruluşlar nezdinde beni temsile, işlemlerimi takip ve intaca gerekli evrak, belge, izin ve ruhsatnameleri almaya, her türlü vergi, ceza ve faizlerinden dolayı itirazlarda bulunmaya, temyiz, uzlaşma komisyonlarında beni temsile, teftişler vermeye, S.S.K. ile ilgili işleri takibe, şirket kuruluşu yapmaya, bu konuda her türlü işlemi yapmaya, bu konuda her türlü  Ticaret Sicil Müdürlükleri’ne müracaat etmeye, Vergi Daireleri’ne müracaatta bulunmaya, tevkil, teşrik ve azle birlikte veya ayrı ayrı ifayı vekalete yetkili olarak, ...............  adresinde faaliyet gösteren ........ Barosu‘nun .... sicil no’lu avukatı ..... ve kendisinin yanında ............. sigorta sicil numarasıyla sigortalı olarak çalışan ...........  (T.C. Kimlik No: ....... ) vekil nasp ve tayin ettim/ettik.

16 Eylül 2017 Cumartesi

Stajyer Avukatların Bilmesi Gerekenler

Staj dönemi fakültede öğrendiğimiz bilgilerin gerçek hayatta işlevsellik kazanabilmesi adına çok önemli bir dönemi oluşturur. Örneğin bir ilamsız icra takibinin bütün teorik bilgilerine haizde olsanız karşı tarafa nasıl tebliğ edileceğini pratikte öğrenirsiniz. Bunu bir yemek yapımına benzetecek olursak hukuk fakültesi size gerekli malzemeli verir ancak o malzemeleri hangi sürelerde ve hangi kıvamda hazırlayacağınızı Uygulamalı hukuk öğretir. Bununda ilk basamağı stajyer avukatlıktır.
1- Yetki Belgesi ve Muvafakatname
Stajyer avukatlıktaki ilk adliye tecrübenizde öğreneceğiniz şeylerden ikisi budur. Bir avukat adına işlem yapmak istiyorsanız bazı farklılıklar saklı kalmak üzere yetki belgesi veya muvafakatnameyi bilmeniz gerekir.
2- Baro Pulu
Evet başlangıçta bunu nasıl ve nereye yapıştıracağım diye sorabilirsiniz. Bu yapıştırma işlemini doğal yollarla hallettikten sonra üzerine cizik atabilirsiniz. Öncelikle vekâletnamesi dosyada mübrez olmayan her vekaletnamenin sunumunda noter imzasının yanındaki boşluğa yapıştırılır.
3- Maliye Veznesi ve Mahkemeler Veznesi
Maliye veznesi adından da anlaşılacağı üzere para işlemlerine bakar bazı dosyaların, davaların, dilekçelerin veya evrakların sunulması için harçlarının yatırıldığı yer olarak tanımlanabilir. Örneğin bir vekaletname sunacaksanız baro pulunun yanında vekalet harcı da yatırmanız gerekir.  Özellikle ilk kez dava açıyorsanız unutmamanız gereken şey gider avansının mahkemeler veznesine yatırılacağıdır. Genellikle gider avansı dışındaki tüm işlemlerinizi maliye veznesinden halledebilirsiniz.
4-  Tarama Büroları
Tarama büroları özellikle icra işlemlerinde sunacağınız evrakların görüldü alındıktan sonra arşivlenmesi amacıyla scan edilmesinde aracı bir bürodur. Bazen icra dairelerinde tarama işlemi inisiyatife de bırakılsa, icra muhaberelerinde görüldü alındıktan sonra evrakların taranması mecburidir.
5- Önbüro Ve Muhabere Büroları
Önbüro ve muhabere büroları evrakların dosyaya sunulmasında büyük önem arz eder. Genellikle veznelere yakın yerlerde bulunan bu bürolara evrak sunmadan önce tüm eksiklikleri tamamlamanız gerekir. Muhabere, bir dosyanın farklı bir mahkemeye başvurduğunuz mahkeme aracılığıyla gönderilmesidir. İcra dosyalarında ve hukuk dosyalarında önemli bir fark bulunmaktadır. İcra dosyalarında muhabere için genellikle vekalet harcı, baro pulu ve muhabere ücreti gerekmekteyken hukuk dosyalarının muhabere edilmesinde bu masraflara ek olarak Posta pulu masrafı da bulunmaktadır. Yani hukuk muhabereye giderken posta pulunuzun olduğundan emin olun.
6- Alındı ve Görüldü
Sunmuş olduğunuz her dilekçe ve evrakın sunulan merci tarafından teslim alındığını gösterir. Özellikle stajyerken üst avukatlar tarafından verilen adliye görevini yaptığınıza yönelik en büyük delili oluşturan alındı veya görüldü işlemleri yaptığınız işlemleri müvekkillere raporlarken de işlemlerinizi kolaylaştıracaktır. Buna ek olarak eğer icra dairesinden görüldü almak istiyorsanız mevcut evrakınızın orjinaline ek olarak kendiniz için bir kopyasını daha çıkarma gerekliliğini unutmamanız gerekir.
7- Mahzende veya Arşivde Olan Dosyalar
Dosyaların açık mı kapalı olduğunun tespitini bu konudaki icra dairesinden tespitini yaptırdıktan sonra genellikle belli saatler arasında dosya sorumluluğu olan kişiler tarafından çıkartılmaktadır. Girişe yakın bir yerlerde bulunan açık veya kapalı şeklinde tarihe göre bir tablo görürseniz bilin ki o tablo tamda aradığımız şeydir. Dosyanın açık veya kapalı olan kısmına bilgilerini yazdığımızda en geç 2 gün içinde dosyanın dairede bir bölümde olduğunu görebiliriz. ( Emin değilseniz hem açık kısma hem de kapalı kısma dosya numarasını yazabilirsiniz  )
8- Tevzii Büroları
İcra tevzi ve dava tevzi olmak üzere iki ayrı tevzii bürosu bulunmaktadır. Tevzi bürosunda görevli memura dava dosyanızı teslim ettiğinizde ödenmese gereken harçları hesaplayacak, bir takım makbuz çıktıları alacak ve sizi vezneye yönlendirecektir. Vezne görevlisi, sizden harç bedellerini tahsil ettikten sonra, dosyayı memura tekrar verdiğinizde, düzenlediği tevzi formunu ve harç makbuzlarının birer suretlerini verecektir. Tevzii formunu incelediğinizde, dosyanızın mahkemesini, dosya numarasını vb. detayları görebilirsiniz.
9- UYAP ve Mahkeme Kalemleri
Uyapı iyi ve dikkatli bir şekilde kullanabilirseniz neredeyse %90 a varan işleri adliyeye gitmeden halledebilirsiniz. Ancak uyapla da yapılamayan işlemler bulunmaktadır ve bu işlemlerin takibi mesela ara karar gibi, uyap a eklettirme gibi birçok şeyi de gerek telefon vasıtasıyla gerekse bizzat kalemle irtibata girerek işlemler yapılabilir.
10- Baro Odaları
Baro odaları belki de adliyelerin en güzel yerleridir. Dilekçenizi baro odasındaki bilgisayarlar aracılığıyla yazabilirsiniz, buna ek olarak çıktı alıp, araştırma da yapabilirsiniz. Genellikle bulunan satranç ile belki kafa dağıtmak isteyip, meslektaşlarınızla sohbetlere dalabilirsiniz. Dosya ve baro pulu da baro odalarından alındığından sıklıkla uğranılır.

Kaynak : http://hukukum.net/hukukigelisim/stajyer-avukatlarin-bilmesi-gerekenler/

30 Ağustos 2015 Pazar

The Lawyer

 “Uzun ve yorucu bir hazırlık sürecinin ardından hayallerini süsleyen fakültede okumaya hak kazanmıştır. Görev başarıyla tamamlanmış ve Lawyer’ın defterindeki lise sayfası kapanmıştır. O artık öğretmenler zili çaldıktan sonra derse girebilmek için geç kağıdı almak, alırken de müdür yardımcısının pos bıyığının altından gelen bir yığın azarla karışık tembih kelamına maruz kalmak zorunda olan bir liseli değil; derse girmese dahi kimsenin niye girmiyorsun demeyeceği bir  ‘üniversiteli’  dir.

      Üniversiteye adım attığı ilk andan itibaren yepyeni bir dünya bekliyordur onu. Tabi ilk günler dekanı gördükleyin eli olmayan kravatını düzeltmeye yeltenecek olsa da alışacaktır kısa bir müddet sonra üniversiteli olmaya, alışacaktır gününün büyük bir bölümünü hukukçu kimliğinin neşvüneması için fakültesinde düzenlenen konferans, panel, sempozyumlarda geçirmeye ve dahi nitelikli fakülte kütüphanesinde saatlerce araştırma yapmaya alışacaktır zor da olsa. En önemlisi de öğrenciye kendisinin bir hiç olduğunun, kendisine söyleneni yapmaktan başka çaresi olmadığının, mütemadi aralıklarla hatırlatıldığı, temelinde; okuyan, yazan, fikir ortaya koyan değil de tabiri caizse çiçek olup dinleyen, denileni yapan, çoktan seçmeli sorulardaki tek doğruyu bir dakika içerisinde tespit edebilen bir yığın insan üretme amacı olan eğitim anlayışından kurtulacaktır. Artık üniversitede bambaşka şartlar ve olanaklar bekliyordur onu.


       Lawyer araştıran, düşünen, hocası ve arkadaşları ile entelektüel tartışmalar yapan, hukuki sorunlara çözüm önerileri üreten ve de bunları yaparken etik değerlerinden taviz vermeyen bir öğrenci olarak üniversite hayatını dinamik bir şekilde sürdürecek nihayetinde kalifiye bir hukuk insanı olarak fakülteden mezun olacaktır.”

Türkiye’de hukuk okuyan birisi iseniz kazın ayağının pek de böyle olmadığının farkında olduğunuzdan eminim. Yazdıklarım, hukuk fakültesine yeni kayıt yaptırdığım dönemler beni burada neyin beklediğine dair zihnimde belirenlerden bir kesit. Açıkçası bugün aklıma geldiğinde gülümseyeceğimi belki sizi de gülümseteceğimi o zamandan tahmin edemezdim. Hukuk fakültesi denince üniversite kapısında toy bir delikanlının aklına gelen şey ile aslında olan arasında gerçekten çok fark var.


Üniversite sınav sonuçlarının açıklandığı bu günlerde liseden yeni mezun olmuş çiçeği burnunda hukuk fakültesi adayı kardeşlerimin fakülteye girmeden evvel neyle karşılaşacaklarını aşağı yukarı bilerek gelmelerine katkı sağlamak amacıyla kalemi elime aldığımı söyleyebilirim. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bu yıl mezun olmuş birisi olarak hatırlayabildiğim kadarıyla hukuk öğrencisi olmakla ilgili birtakım deneyimimi ve doğru bilinen bazı yanlışları sizlere açık yüreklilikle aktarmak niyetindeyim.


İlk olarak şunun altını çizmek istiyorum: Hukuk Fakültesi dört yıldır ve dört yılda biter.


[1] Sene tekrarı yapmak durumunda kalan arkadaşların büyük çoğunluğu “İmkan ve şeraitin namüsait mahiyette tezahür etmesi sonucu” bu menfur hadise ile karşı karşıya kalmaktadır dolayısıyla bu konuda müsterih olunuz ve ön yargısız bir şekilde fakülte hayatınıza başlayınız.


Ek olarak her ne kadar biz hukuk öğrencileri bunun edebiyatını yapmayı çok sevsek de aslında tuğla gibi kitapları hatmetmeyiz. Derslerimizin yarıdan fazlasını fotokopiye bırakılmış ders notlarını okuyarak geçebiliriz. Masamızda fotoğrafını çekip tweetimize meze yaptığımız o bin küsur sayfalık kitapların tamamını değil içerisinden hocanın derste üzerinde durduğu sınav sorumluluğu kapsamında olan bazı bölümleri okuruz çoğu zaman da kitabın hatırı sayılır bir kısmı sınav kapsamı dahilinde değildir zaten.


Hukuk fakültesinde bir dersten şu şekilde başarıyla geçilebileceğini söyleyebilirim:

[2] Az çok dersleri takip edersiniz, hocanın üzerinde durduğu konuları kitaptan çalışırsınız, çalıştığınız derste tutulan notu bir iki defa altını çizerek okursunuz, hocanın derste çözdüğü pratik çalışmaları güzel bir şekilde gözden geçirirsiniz ardından sorumlu olduğunuz kanun maddelerine göz gezdirip sınava girersiniz ve inanın düzenli çalıştığınız derslerde bu süreç hiç de canınızı sıkmaz. Düzenli olarak ders çalışmazsanız da vize ve final haftalarından belli bir süre önce başlar ve yoğun bir şekilde derslerinize odaklanırsanız

[3] gene konuları yetiştirir ve derslerinizi başarıyla geçersiniz. Fakat hem dönem içerisinde düzenli çalışmayayım hem de sınavlarımın yaklaştığı süreçte kasmayayım sınavdan bir gün önce ikindi ve sınav günleri sabah namazına müteakiben yapacağım çalışmalarla fakülteyi bitireyim derseniz Eğitim Fakültesi’nde okuyan arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre sizin için doğru adres evinize en yakın Sınıf Öğretmenliği bölümü olacaktır.


Biz hukuk öğrencilerinin; “Çok çalışıyoruz, fosforlu kalemler tek yoldaşımız, altını çizdiğimiz sayfaları üst üste koysak boyumuzu aşar, sabahlara kadar bir elimizde kahve bir elimizde OĞUZMAN’ın BORÇLAR kitabı yastığa yorgana hasret kaldık.” edebiyatı yapmamızın kanaatimce bir sebebi diğer fakülte öğrencilerinin az çalışarak derslerini geçebiliyor olmaları belki bir sebebi de bu konularda biraz hava atmayı seviyor oluşumuzdur.


Şu ders geçilmez, şu hocanın dersini ilk yıl finalde veren çocuk kör oldu gibi söylentiler mesela, çoğunlukla biz öğrenci milletinin abartısıdır. İnanın hiçbir dersinizin hocası sizden olağanüstü bir performans göstermenizi beklemeyecek derslerinize “makul bir özen”


[4] gösterdiğiniz takdirde size sıkıntı yaşatmayacaktır. Dört yılda almış olduğum otuz dokuz dersi gözden geçirdiğimde bu söylediğimin istisnası beş veya altı ders ile karşılaştığımı söyleyebilirim ki bu kadar kusur kadı kızında da olur.


[5] Öyle zannediyorum diğer hukuk fakültelerinde de durum bundan farklı değildir. Kanımca abartının temelinde ne kadar zor sınavlara giriyor isek o kadar nitelikli olduğumuzu telakki etmemiz yatıyor. Hâlbuki bu çok da sağlıklı bir düşünce değil. Nitekim öğrenim psikolojisi açısından ele alınacak olursa öğrencinin hak ettiğinin altında bir not alması, eğitimcilerin kullandığı terim itibarîyle “olumsuz pekiştireç” niteliğine sahip. Genel manada bu durumun öğrenme konusunda negatif bir etki oluşturduğu kabul edilmektedir.


[6] Yeri gelmişken değerli hocalarımın hoşgörüsüne sığınarak ve dahi haddimi bilerek şu hususa değinmek istiyorum. Üniversitede kürsüdeki kişi o dersle ilgili inceleme-araştırma-değerlendirme yapma konusunda karşısındakilere yol gösterici bir rol üstlenmeli. Misyonu buna ilgi çekmek ve bunu sevdirmek olmalı.


[7] Yoksa sözgelimi, saç baş yoldurtarak geçirilen öğrenci o an için konuları çok iyi hıfzetse de bu sefer dersten soğuyacak ve mecbur kalmadıkça bir daha o dersle karşılaşmak istemeyecektir. Hıfzettiklerini de maksimum bir iki yıla unutacağı için tabir-i amiyane ile alınan abdest ürkütülen kurbağaya değmeyecektir.


Sevgili hukuk talebesi olmaya aday olan dostlarım, sizin henüz başında olduğunuz bu yoldaki ayak izi daha kurumamış ve bu manada her daim inşallah yola revan olmaya niyetlenmiş birisi olarak, hangi durum ve koşullarda ne şekilde geçerli olacağını değerlendirme noktasında takdirinize güvendiğim bir diğer konu şu:  mümkün mertebe derslere devam edin amma velakin sadece bir kenara oturup acı ot yemiş buzağı edasıyla bir uyur bir uyanır şekilde ders dinlememelisiniz. Bu belki içinizi rahatlatır fakat doğrusunu söylemek gerekirse size pek de bir şey katmaz. Girdiğiniz derslerde katılımcı olmaya söz almaya görüş bildirmeye gayret edin.


[8] Dersin insicamını olumsuz etkilememeniz durumunda hocalarınızın da bundan hoşnut olacağını söyleyebilirim.Fakültem olan Dokuz Eylül Hukuk’ta gördüğüm şu ki, hocalarımızın çoğunluğu alanında iyidir kendileri iyi ders anlattıkları gibi derse katılım noktasında da teşvik edici olurlar. Tabi bunun yanı sıra bildiğini size aktarma konusunda sıkıntı yaşayan bundan dolayı derslerde sizi de kendisini de geren öğretim görevlileriyle veya artık ders anlatmaktan bıkmış hayat enerjisi düşük bazı profesörlerle hatta derse hazırlanmadan geldiği için anlatacağının başını sonunu karıştırarak bulamaç halinde size sunan hocalarla da karşılaşabileceksiniz ki bu tarz derslere girerek harcayacağınız vakti başka türlü değerlendirmek sizin için daha iyi olacaktır. Son olarak dikkatinizi çekmek istediğim bir iki hususa daha değinerek yazımı bitirmek istiyorum.


Derler ki zamanın birinde bir köylü medrese eğitimine yeni başlamış olan talebeye filan konuyla ilgili bir fetva sorar. Talebe hemen cevap verir. Medresede ikinci sınıfı okuyan bir başka talebeye sual eder bu talebe biraz düşündükten sonra cevap verir. Üçüncü sınıfı okuyan talebe, amca yarın gel cevabını vereyim der, aynı suali dördüncü sınıf talebesine sorar o ise soruyu etraflıca dinleyip anladıktan sonra bey amca haftaya gel cevabını vereyim der.   “


Kıssa söylemek istediğimin hâsılını ortaya koyuyor. Biraz açmak gerekirse siz değerli kardeşlerime de birinci sınıftan itibaren eşiniz dostunuz, akrabalarınız, alışveriş yaptığınız bakkalın sahibi, alt kattaki babacan amca vs. dayısıgillerle aralarında olan miras uyuşmazlığından tutun filan kişinin diz kapaklarına sıktıklarında kaç yıl yiyeceklerine kadar farklı niteliklerde hukuki sorular yöneltecekler siz de daha roma hukukunda res mancipi-res nec mancipi mal ayrımını öğrenirken olağan üstü bir performans sergileyerek bu sorulara cevap vermeye çalışacaksınız. 


[9] Diyeceğim o ki biz yaptık ama siz yapmayın,  bilmediğinizi bilin.Bir diğer, sığ siyasi meselelerin konuşulduğu bir ortamda bulunduğunuz zamanlar konuyu mümkün mertebe değiştirmeye gayret edin zira az sonra gündemde ne kadar siyaset mutfağında partizanlık sosuyla terbiye edilmiş hukuki mesele varsa hepsini hukuki açıdan ele almak zorunda kalırsınız ki şu aşamada pek de becerebileceğiniz bir iş değildir. Tabi ki iyi bir siyaset takipçisi olmanız gerektiğini hukukun ve siyasetin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini söylemeliyim ancak partizan ve sığ bir siyaset anlayışından kendinizi korumaya özen göstermelisiniz.


Biz gençlerin vizyon sahibi olmaya gönül coğrafyamızın da vizyon sahibi gençlere ihtiyacı var. Vizyonumuz iyi bir iş sahibi olmak üzere olmamalı ama işimizin de vizyonumuza uygun olması gerekiyor. Bunun için meslek tercihi konusunda kendinize bir perspektif çizmelisiniz. Biliyorum şu an birçoğunuzun kafasında ilerde Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Adalet Bakanı vs olmak var ancak yine de mezun olduktan sonra yapacağınız işe daha birinci sınıfta, normlar hiyerarşisinin piramiti ile yeni haşır neşir olmuş iken  karar vermemenizde fayda olduğunu söyleyebilirim.


[10] Yapacağınız işten konu açılmışken belirtme ihtiyacı duyuyorum ki fakülteye girdiğiniz ilk andan mezun olana kadar bir yerlerde sürekli duyacağınız avukatlık mesleğine yönelik tezviratlarpek kulak asılası cinsten değildir. Tanıdığım birçok avukat mesleğini dürüst bir şekilde icra etmekte olup yaşam standartları ve toplum nezdindeki itibarları da gayet yerindedir. Yaklaşık sekiz farklı meslekte çalışmış birisi olarak söylüyorum yalanla iş yapmak her mesleğin problemidir ve her mesleğin erbabı arasında iyi örneklere de kötü örneklere de rastlamak mümkündür.


Değerli üniversite talebesi olma adayı kardeşlerim, eminim ki sizler de sadece fakülte bitirmenin size yeteceğini düşünmüyorsunuz, haklısınız: yetemez. Bu yüzden size tavsiyem hiç vakit kaybetmeden daha fakültenin giriş kapısından sağ ayakla içeri girip “Bismillah” dediğiniz andan itibaren ilke ve değerlerinizle bağdaşan bir sivil toplum hareketi arayın. Şunu unutmayın hukuk fakülteleri hukuk mezunu yetiştirir hukukçu olmak için ise diplomadan fazlasına ihtiyacınız var. Sivil toplum kuruluşu ve öğrenci topluluklarına katılımınız hayatın her alanında var olmanız dinamik bir hayat geçirmeniz açısından gerçekten çok önemli. Tabi doğal olarak bu konuda seçici olmanız enerjinizi ve vaktinizi boşa harcamamanız için şart. Heybesinde sadece sloganlar olan bir sivil toplum anlayışı ile sizden sadece dinleyici olmanızı bekleyen size sayıyı artıran konu mankeni rolünden ötesini biçmeyen bir sivil toplum anlayışı da ülkemizde maalesef mevcut ki bu yapıda bir sivil toplumun size ve topluma bir şey katmayacağını belirtmeye gerek yok. Ancak kusursuz insanların kusursuz bir şekilde oluşturduğu ve kusursuz şekilde işleyen giren çıkan herkesin peygamber ahlakına sahip olduğu dört dörtlük bir vaziyette lütfedip buyurmamı bekleyen bir hareket olmazsa ben de yokum tavrı da takınmayın.(Kusursuz dost arayan dostsuz kalır.) Hata yapmayan aslında iş yapmıyordur. Bu bağlamda düşündüğümüzde sizden daima üretmenizi bekleyen size nesne değil özne misyonu yükleyen bir hareketin, ilke ve değerlerinizle bağdaştığı takdirde ismi cismi çok da fark etmez, içerisinde olmanızı şiddetle tavsiye ederim.


VEL HASIL-I KELAM


“Talebe, hakikatler peşinde koşan, gayesi manevi olgunlaşma olan bir mesleğin insanıdır. Mekteplerin diploma müşterisi ve istikbalin mevki dilencisi değil. “ der Nurettin TOPÇU.
“Gençlere önerimdir, gittiğiniz okullar size yetmeyecek, yetiştirmeyecek. Öyle kurgulandılar. Deliler gibi kitap okuyun! Okuyun güçlenin. “ der İlber ORTAYLI.


“Öğrenci işlerinin kapısında kayıt işlemleri için beklerken mezuniyet işlemlerini tamamlamaya gelen son sınıf öğrencilerine gıpta ile baktığı zamandan bu güne dört yıl geçmiştir ancak dün gibi aklındadır o gün verdikleri öğrenci kimlik kartını eline alıp da üzerindeki en küçük yazıya kadar okuduğu an, dün gibidir. Kütüphanede Hukuk Başlangıcı çalışırken yanındakinin Ticaret Hukuku kitabına bakıp sanki o aşamaya daha çook varmış gibi iç geçirdiği zamanlar. Encamında görev başarıyla tamamlanmış ve Lawyer’ın hayatındaki lisans eğitimi sayfası kapanmıştır. Su gibi akıp giden dört yıl onu hayal ettiğinden farklı bir noktaya taşımış ve bu noktada heybesindeki en değerli şey elindeki mezuniyet belgesinden ziyade, edindiği tecrübeler ve kurduğu dostluklar olmuştur. Hangi üniversiteyi yerleştiğini görmek için bilgisayar ekranına kilitlenmiş meraklı gözlerin sahibi Lawyer, sanki gözlerini kapayıp açtığında kendisini, bugünün meraklı gözlülerine o günden bu güne dört yıllık gözlemlerini belki eksik belki yanlış ama samimi bir şekilde aktarırken bulmuştur. Yazmayı unuttuğu birçok şey olmuştur elbette ancak muhabbetle okuyanlara teşekkür etmeyi unutmayacaktır.”

Teşekkürler. . .

[1] Hatta bir işte çalışırken hukuk fakültesini kazanan birçok kişi bir yandan mesaisini devam ettirmesine rağmen fakülteyi dört yılda bitirebilmektedir.

[2] Normal bir hocanın normal bir sınavı için geçerlidir. Anormal hocalarla ve de bazen normal hocalarınızın anormal sınavlarıyla karşılaşabileceksiniz.

[3] Halk arasında buna ineklemek de denir.

[4] Size göre makûl ile hocaya göre makûl’ün aritmetik ortalaması dolayları sizi idare edecektir.

[5] Bülbülün ol nefha-i feryadına aşık demem
  Yüz çevirir goncadan gül gösterince harını
                                             Salih Baba Divanı

[6] “İlk vizede öğrencilerin çanına ot tıkayayım da daha baştan kendilerini salmasınlar” diye düşünen hocalarıma hürmetlerimi sunuyorum.

[7] “Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir, düşünmek için aklın eğitilmesidir.”Albert Einstein

[8] Bunu yapmadan da yüksek notlar alabilirsiniz ancak eğer yaparsanız medeni cesaretinizin artmasında ve kendinizi ifade etme kabiliyetinizin gelişmesinde size ciddi katkı sağlayacaktır.

[9] Önemli Not:Yük ve çeki hayvanları res mancipi mallardan olup deve ve fil bunun istisnasıdır.

[10] Tabi “Hele bi hayırlısıyla mezun olalım da o zaman düşünürüz” de demeyin.



Kaynak http://www.imsakdergisi.com/yahya-usman/the-lawyer/